30 Haziran 2016 Perşembe

Dünya'nın ömrü ne kadardır.?





Ebû Saîd el Hudrî (radıyallahu anh )’den rivâyete göre, şöyle demiştir:


 Rasûlullah (salallahu aleyhi ve sellem ), bir gün ikindi namazını ilk vaktinde kıldırıp sonra kalkıp konuşmaya başladı. Kıyamete kadar olacak şeylerden bildirmedik hiçbir şey bırakmadı. Bu haber verdiği şeyleri ezberleyen ezberledi unutan unuttu. Söyledikleri arasında şunlar vardı: 

Dünya yemyeşil çekici ve tatlıdır, Allah sizi dünyaya kendi sistemini yürütesiniz diye halife olarak göndermiştir ve ne yapacağınızı görmektedir. Dünyaya karşı kadınlara karşı dikkatli olun bu iki şey sizi Allah’ın yolundan ayırabilir. Söyledikleri şeyler arasında ayrıca şunlarda vardı: 

Dikkat edin! Hakkı bilen kişinin söylemesine engel olan şey insanlardan korkusu olmamalıdır.

Ebû Saîd ağladı ve şöyle dedi: 

Vallahi bazı şeyler gördüğümüz halde gerçekleri söylemekten korktuk.

Söyledikleri arasında şunlar da vardı.

 Dikkat edin! Her zulüm ve haksızlık yapan kimse için kıyamette yaptığı haksızlık oranına göre bir sancak dikilecektir. Devlet başkanının zulüm ve haksızlığından daha büyük zulüm ve haksızlık olamaz. Onun sancağı ise arkasına saplanıp dikilecektir. O günkü ezberlediklerimiz arasında şunlarda vardı: 

Dikkat edin! Ademoğlu değişik tabakalarda yaratılmıştır. Onlardan kimi mü’min olarak doğar mü’min olarak yaşar ve mü’min olarak ölür. Bir kısmı ise kafir doğar kafir yaşar ve kafir olarak ölür. Bir kısmı ise mü’min doğar mü’min olarak yaşar ve kafir olarak ölür. Yine bir kısmı kafir doğar, kafir yaşar ve mü’min olarak ölür. 

Dikkat edin insanlardan kimileri geç gazâblanıp öfkeden çabucak döner kimileri ise çabucak gazâblanıp çabucak öfkesinden döner hepsi birbirine karşı bir ibrettir. 

Dikkat edin! Onlardan kimileri de çabucak gazaba gelip gazabının dinmesi gecikir.

 Dikkat edin! Bunlar içerisinde en hayırlı olanı geç gazâblanıp çabucak öfkesini yenendir. 

Dikkat edin bunlar içerisinde en şerli olan çabucak gazâblanan ve öfkesini geç yenen kimsedir. 

Dikkatli olun! İnsanlar arasında kimileride vardır ki vermesi de istemesi de güzeldir. Yine bu insanlardan bir kısmı da vardır ki istemesi güzel ödemesi kötüdür. Yine bazıları da ödemesi güzel, istemesi kötüdür. Bunların hepsi birer ibrettir. 

Dikkat edin! Onlar arasında istemesi de vermesi de kötü olanlar vardır. Gözünüzü açın onların en iyileri istemesi de vermesi de güzel olandır. Onların en kötüleri ise istemesi de vermesi de kötü olandır. Uyanık olun! Gazâb insanın kalbindeki bir kor parçası gibidir. Bu halde insanı görmez misiniz, gözleri kızarır boyun damarları şişer. Her kim böyle bir durumla karşı karşıya kalırsa sırt üstü toprağa yatsın. 

Ebû Saîd dedi ki: 

Batmak üzere olan güneşe bakıyorduk batıp gitti mi diye; bunun üzerine 

Rasûlullah (salallahu aleyhi ve sellem ) şöyle buyurdu: 
Dikkat edin! Dünyanın geçirdiği ömre karşılık kalan ömrü şu günümüzün geçen zamanına karşılık kalan kadardır yani güneş batmak üzeredir. Yani kıyamette çok yakındır.”

 (İbn Mâce, Fiten: 18)

ž Tirmizî: Bu konuda Huzeyfe, Ebû Meryem, Ebû Zeyd b. Ahtab ve Muğîre b. Şu’be’den de hadis rivâyet edilmiştir. Hepsi de kıyamet kopuncaya kadar meydana gelecek olaylardan bahsetmişlerdir.

Bu hadis hasen sahihtir.
Resmi sitemiz :

Telegram kanalımız :

Facebook sayfamız :

Twitter hesabımız :

İlk bozulmalar ve Fitnelerin yayılması





İmâm el-Berbahârî (rh) -ö. 329- dedi ki;


واعلم أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال


«ستفترق أمتي على ثلاث وسبعين فرقة كلها في النار إلا واحدة، وهي الجماعة، قيل: يا رسول الله من هم؟ قال: ما أنا عليه اليوم وأصحابي»



"Bil ki Rasûlullah (Savs) şöyle dedi;

"Ümmetim 73 fırkaya bölünecek ve hepsi ateşte olacak, biri hariç, ki o da Cemaat'tir."

Denildi ki; "Ya Rasûlullah, onlar kimdir? "

Dedi ki; "Bugün, Benim ve Ashâb'mın üzerinde olduğum (yoldur)."


وهكذا كان الدين إلى خلافة عمر وهكذا كان في زمن عثمان، فلما قتل عثمان جاء الاختلاف والبدع، وصار الناس أحزابا وصاروا فرقا


"Ve Din Ömer (ra)'ın hilafetine kadar ve Osman (ra)'ın zamanındaki hilafete kadar işte böyleydi (fitnesiz). Ne zaman ki Osman (ra) öldürüldü, işte o zaman ihtilaf ve bid'atler ortaya çıktı ve insanlar gruplaşıp, fırkalaştılar."


فمن الناس من ثبت على الحق عند أول التغيير، وقال به ودعا الناس إليه، فكان الأمر مستقيما حتى كانت الطبقة الرابعة في خلافة بني فلان انقلب الزمان وتغير الناس جدا، وفشت البدع، وكثرت الدعاة إلى غير سبيل الحق والجماعة، ووقعت المحن في شيء لم يتكلم به رسول الله صلى الله عليه وسلم، ولا أصحابه



"İlk bozulmalar sırasında, bazı insanlar hak üzerinde sebat ettiler, onu benimsediler ve ona davet ettiler. Ve durum, doğru istikamet üzere devam etti. Tâ ki Benî Fulân'ın hilafetinde dördüncü tabaka gelene kadar, ki ondan sonra zaman tersine döndü ve insanlar gerçekten çok değiştiler, bid'atlar çoğaldı ve bâtıla davet edenler de çoğaldı (hakeza). Ve ne Rasûlullah (Savs)'in, ne de Ashâbı'nın hiç hakkında konuşmadığı şeylerle sınandı ve sıkıntıya düştü insanlar. "


ودعوا إلى الفرقة [ونهى] رسول الله عن الفرقة، وكفر بعضهم بعضا، وكل [داع] إلى رأيه، وإلى تكفير من خالفه فضل [الجهال] والرعاع ومن لا علم له، وأطمعوا الناس في شيء من أمر الدنيا وخوفوهم عقاب الدنيا، فاتبعهم الخلق على خوف [في] دنياهم ورغبة في دنياهم



"Ve insanları fırkalaşmaya çağırdılar. Oysaki Nebi (Savs) fırkalaşmayı yasakladı. Ve herkes birbirini tekfir etmeye başladı ve herkes herkesi kendi görüşüne ve muhalifini tekfir etmeye çağırdı. Böylelikle câhiller, avam ve ilmi olmayanlar dalâlete düştü ve insanları dünyevi bazı meselelerde tamah etmeye sürüklediler ve dünyevi yaptırımlarla korkuttular. Böylece çoğuları dünyevi korkular ve dünyaya olan sevgileri sebebiyle onlara uydular."


فصارت السنة وأهلها مكتومين، وظهرت البدعة وفشت، وكفروا من حيث لا يعلمون من وجوه شتى، ووضعوا القياس، وحملوا قدرة الرب في آياته وأحكامه وأمره ونهيه على عقولهم [وآرائهم] ، فما وافق عقولهم قبلوه وما لم يوافق عقولهم ردوه، فصار الإسلام غريبا، والسنة غريبة، وأهل السنة غرباء في جوف ديارهم



"Bunun sonucunda; Sünnet ve Ehli gizli kalmış, Bid'atlar çoğalmış ve artık açıktan işlenir olmuş ve (bâtıl ehli) hiç ummadıkları çeşitli yollardan küfre girip, kıyası ortaya çıkarıp, Allah'ın âyetlerinde, hükümlerinde, emirlerinde ve yasaklarında ki kudretini (hikmetini), akıllarına ve fikirlerine göre hamleder olmuşlar. Öyle ki, akıllarına uyanları alıp, uymayanları ise reddettiler.

Böylece İslâm Garib oldu! Sünnet Garib oldu ve aynı şekilde Ehl-i Sünnet'te kendi diyarının göbeğinde Gariplere dönüştüler."

(Şerhu-s Sunne, 90. Madde)

Resmi sitemiz :

Telegram kanalımız :

Facebook sayfamız :

Twitter hesabımız :

Tercüme; 
at-Tawhed.Blogspot.Com
Sitesine teşekkürler.

29 Haziran 2016 Çarşamba

Rukye ile tedavi etmenin hükmü nedir.?



Soru : Rukye yapmanın/okuyarak tedavi etmenin hükmü nedir? Birtakım âyetleri yazarak hastanın boynuna takmanın hükmü nedir?


Cevap: Kendisine büyü yapılan veya başka bir hastalığa yakalanan bir hastaya, Kur'ân âyetlerinden veya mubah olan dualardan olmak şartıyla rukye yapmakta/okuyup üflemekte bir sakınca yoktur. 

Rasûlullah صلى اللّٰه عليه وسلم 'in ashâbına rukye yaptığı sâbittir. Onun rukyede okuduğu dualardan birisi de şudur:

 'Ey gökdeki Rabbimiz, ismin mukaddestir. Emrin hem gökte hem de yerdedir. Rahmetin gökte olduğu gibi rahmetini yere de indir. Şu ağrıya rahmetinden bir rahmet, şifandan bir şifa indir.'¹
Bu dua ile ağrının Allah'ın izniyle geçeceğini söylemiştir.

Meşru dualardan birisi de şudur: 

'Allah'ın adıyla, sana eza veren bütün hastalıklara karşı, bütün kötü nefis ve hasetçi gözlere karşı sana okuyorum.Allah sana şifa versin. Ben Allah'ın adıyla sana okuyorum.'²

Bunlardan birisi de kişinin elini vücudundaki acı duyduğu yere koyup şöyle demesidir:

 'Bedenimde hissettiğim ve çekindiğim sıkıntının şerrinden Allah'ın izzetine ve kudretine sığınırım.'³

 Bu konuda Nebî صلى اللّٰه عليه وسلم 'den gelen hadîslerden ilim adamlarının zikrettiği daha pek çok şey vardır.

Âyetlerin ve zikirlerin yazılmasına ve takılmasına gelince ilim ehli bu konuda ihtilâf etmişlerdir. Kimisi câiz görmüş, kimisi men etmiştir. Hakka daha yakın olan görüş câiz olmadığıdır. Çünkü Peygamberimiz صلى اللّٰه عليه وسلم 'den böyle bir şey rivâyet edilmemiştir. Ondan sadece hastaya okuduğu rivâyeti gelmiştir. Âyetlerin veya duaların hastanın boynuna ve eline takılmasına veya yastığının altına konulmasına ve benzeri şeylere gelince, bu konuda Peygamber'den bir şey gelmediği için kuvvetli görüşe göre bunlar yasaklanmış şeylerdendir.

Şer'î bir izin olmaksızın bir şeyi başka bir şeye sebep kılan her bir insanın bu ameli bir çeşit şirk sayılır. Çünkü bu, Allah'ın sebep olarak kabul etmediği bir şeyi sebep kılmaktır.



Kaynaklar:

¹ Ebû Dâvûd, Kitâbu't-Tıbb, Bâbu Keyfe'r-Ruka (3892).
² Müslim, Kitâbu's-Selâm, Bâbu't- Tıbb ve'l-Meraz ve'r-Ruka, (2186).
³ Müslim, Kitâbu's-Selâm, Bâbu İstihbâbu Vad'ı Yedihi Alâ Mevdiı'l-Elem Mea'd-Dua (2202).

Resmi sitemiz :

Telegram kanalımız :

Facebook sayfamız :

Twitter hesabımız :

İlim-der.com sitesine teşekkürler

27 Haziran 2016 Pazartesi

IBN HAZM'ın 100 NASİHATI




Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdulillah, essalatu ve's-selamu ala Resulillah

NOT : Bu nakilleri Türkçeye “Nefislerin tedavisi” adı ile istişare yayınları tarafından tercüme edilen kitaptan aldık. Bu kitapta ancak bir âlimin dilinden çıkabilecek güzellikte nasihatler ve hikmetli sözler var. Okuyan herkes bu nasihatlerden payına düşeni alır ve gereğiyle amel ederse Allahın izniyle ahlakında bir düzelme, Müslümanlığında bir güzelleşme olacaktır. Allah kitabın yazarına rahmet etsin. Şu sözler ona aittir ve söz konusu kitapta geçmektedir.



1- "Dünyaya nefsini teslim eden, cevheri taş karşılığında satan gibidir."

2- "İnsanların ayıplamalarından ve iğnelemelerinden kendini kurtarabileceğini zanneden kişi mecnundur."

3- "İlmin daha önemli olanlarını elde edebilecekken, önemli olmayanlarıyla meşgul olmak, buğday yetiştirecek temiz toprağa darı ekmek veya hurma ve zeytin yetiştirecek yere söğüt dikmek gibidir."

4- "İlmi ehli olmayana vermek fesattır."

5- "İlimde cimrilik gösteren, malda cimrilik gösterenden daha pintidir. Zira ilimde cimrilik gösteren, harcamakla tükenmeyecek aksine artacak olan şeyin harcanmasından korkmuş, malda cimrilik eden ise harcadığında tükenecek olan şeyin harcanmasından korkmuştur."

6- "İlmin hangi dalından olursa olsun, birine kendini veren, Endülüs de narenciye ve Hindistan da zeytin ağacı dikmiş gibidir, başka şeye meşgul olamaz. İlmin en kıymetlisi seni yaratanına yaklaştıran, o’nun rızasına ermende yardımcın olandır."

7- "İlim Allah’ın (celle celaluhu) sıfatı cehaletin karşısında yer alır. İlim ve ilim ehli için en büyük afet, cahillerin ilme müdahalesidir. Onlar bilmezleler, bildiklerini zannederler, ifsat ederler ıslah ettiklerini zannederler ."

8- "Sana eziyet veren biri hakkında kötü düşünüp kin bağlama, aksi halde kötülükte onun seviyesinde tenezzül etmiş olursun, senin saadetin sana yeter. Onu tamamen karşılıksız bırakacak olursan onu şımartmış ve meydanı kötülüğe terk etmiş olursun. O halde onu karşına almıyorsan aciz olduğun için değil, kendine yakıştıramadığın için olduğunu hatırlatmalısın. Fesada meydan vermemeli."

9- "Sefil insanlara karşı cevap, yalnız iade ve tenkil (örnek, ibret cezası) etmektir."

10- "Kıyamet günü terazini ağılaştıracağını ümit ettiğin hiçbir şeyi hakir görme ve hemen yerine getir azda olsa. Ola ki o azlar birleşerek cehenneme atılman gerekirken ondan kurtuluverirsin."

11- "Acı, fakirlik, ezginlik ve korkunun üzüntüsünü ancak bizzat onların içinde yaşayan bilir, hisseder, hariçte olanlar bunları duymaz. Yanlış görüşü, kusuru ve günahı da, bunların içinde yaşayan göremez, dışardan bakanlar görür. Emniyetin, sıhhatin ve zenginliğin hakkını içinde yaşayan bilmez, hariçten bakan anlar. İsabetli görüşü, fazileti, ahirete ait emeli ancak fazilet erbabı olan ehilleri takdir eder, anlar, ehli olmayanlar bunları anlayamaz."

12- "Haini ilk terk edecek kimse, kendisi için hainlik yaptığı kimsedir. Yalancı şahitliğini ilk başına kalkacak kişi, kendisi için yalan şahitliği yaptığın kişidir. Zina eden kadını ilk aşağılayacak kişi, kendisiyle zina ettiği kişidir."

13- "Bir şeyin fesada gittikten sonra sıhhate dönüştüğünü görmedik,"

14- "Bir sultan için en tehlikeli şey, etrafını avare kişilerle doldurmasıdır."

15- "Biri size bir söz getirirse, o sözün sahibinden çıktığını ispat etmedikçe ona cevap verme, aksi halde size yalancı olarak gelen, haklı olarak sizden ayrılır."

16- "Din ehline güven, velev ki onun dini senin dininden ayrı olsun. Dini hafife alana da güvenme, velev ki kendisi de senin dininden olduğunu söylesin."

17- "Allah’ın haram kıldığı şeyleri hafife alana güvenme, kıymet verdiğin herhangi bir şeyini ona teslim etme!"

18- "İblisin askerlerinin insanların ağzına attığı şu iki kelimeden daha avlayıcı, daha çirkin ve daha ahmakça kelime görmedim. Birincisi, birinin yaptığı kötülüye başkaları örnek gösterilerek falan da yapmıştı diye mazeret saymaları. İkincisi ise bu kabahat yalnız bugün yapılmış değil ki, önceden de niceleri yapmıştır diyerek hafife almalarıdır. Ya da bugün yaptığı şeyi canım ben bunu yalnız sana yapmadım ki, falanada yaptım bir şey olmadı, gibi sözlerdir ki, bu sözler şerri kolaylaştırmak, hatta o şerri şer olmaktan çıkararak maruf sınırları içerisine sokmak ve normal gösterilerek reddedilmesini önlemek yolunda iblisin silahıdır."

19- "Eğer su-i zannı gereği kadar hududuna riayet ederek değerlendiremeyeceksen, hüsnü zannı kullan, bununla nefsini rahatlatmış olursun. Su-i zan mutlak olarak kötü değildir, eğer hududu içerisinde kullanılabilirse akıllılıktır."

20- "Bir takım insanlar gördük ki canlarını ortaya atar kavgaya atılırlar, niçin kavga ettiğini bilmezler, bir gün Zeyd için dövüşürler, ertesi gün Amr için dövüşürler, ertesi gün fikir ve saf değiştirerek yok yere tehlikeye atılıp girerler, kınanmaktan korkuyoruz derken cehennem ateşine girerler.
Rasulullah’ın (s.av.) şu haberinden murat bunlar olsa gerek:
"Bir zaman gelecek, insanlar birbirlerini öldürecek, ne öldüren niçin öldürdüğünü bilecek, ne de ölen niçin öldüğünü bilecek."

21- "Bir saatlik ihmal, bir senelik riyazeti ifsat eder."

22- "Cemaat içerisindeki bir kişinin işlerini tedbirde hata etmesi, bir kişi etrafında toplanmayan bir topluluğun isabetli işinden daha hayırlıdır. Zira cemaat bir kişinin hatalarını toplayıp düzeltebilir, hâlbuki bir topluluğun başıboşluğu kendilerini aldatır ve sonunda helak olmalarına sebep olur."

23- "Benim çok ayıplarım vardı, peygamberlerin, geçmiş büyüklerin tavsiyeleri istikametinde kendimi kontrol ettim, riyazetten geri kalmadım, nefsimin tedavisine çalıştım. Tabii Allah’ın (celle celaluhu) tevfiki ve ihsanı oldu. Zaten riyazet ve nefis tezkiyesizinin faydası ancak Allah’ın Tevfik ve inayetine inandıktan sonra mümkündür."

24- "Hastalıklarım arasında külfete razı olmak ve öfkede ileri gitmek vardı. Riyazetle tedavimden sonra öfkemi göstermemekle başarılı oldum ki, sözlerim, hareketlerim ve ölçüsüz konuşmalarım bir yerde kalıba girdi. Savunulması helal olmayan şeylerden sakındım, birçok ağırlıklara katlandım, birçok elem ve endişelere karşı sabrettim, çok kere hastalandım hazımsızlık oldu, bu hususlarda nefsime müsamaha gösterdim, çünkü bunları yaparken nefsimde eziklik hissettim ve bunun kibri kırdığını gördüm."

25- "Su-i zannı mutlak olarak kötü sayarlar, hâlbuki öyle değildir. Eğer bu durum insanı helal olmayan ve ya muamelatta kabahat sayılan bir şeye götürmezse tutarlılıktır, akıllılık ve fazilettir."

26- "Beni eleştirenlere ya da onlara cevap verme durumunda kalanlara tavsiyem, kendilerinin susması ve muhataplarını susturmasıdır. Dedi kodunun önlemesi için en tesirli tedbir susmaktır. Böylece birçok düşmanlığın, soğukluğun ve fitnenin önü kesilmiş olur."

27- "Beni eleştirenler iki durumda hali kalmaz, üçüncü şıkkı yoktur. Ya yalancı ya da doğrudur. Eğer yalancı ise Allah onun diliyle bana peşinen yardım etmiştir, kendisi yalancılardan olmuştur, dinleyicilerin büyük bir kısmı aynı zamanda yalan olduğunu anlamışlardır, bir kısmı ise araştırdıktan sonra anlamıştır, bana isnat ettiği şeyin bende olmadığı hususunda da uyarmış oldu. Eğer doğru ise üç durumdan hali değildir. Ya sırrıma onu ortak ettim, emin olarak gördüğü birine içini açarak rahatlayan biri gibi rahatladım, ama o emniyeti kötüye kullandı, düşüklük yaptı, kendisi kaybetti. Ya da suç olmayan bir şeyimi suç zannederek açıklamıştır, o zaman da onun cehaleti beni kurtarmıştır, zira ayıp kendi üzerine kalmıştır, ayıpladığı kişiyi temize çıkarmıştır. Veya gerçekten kabahat olan bir şeyimi işitti, o da dilini kaptı koyuverdi etrafa yaydı. O zaman da onun kınamasından çok kendimi kınamam ve suçlamam gerekir ki, o beni haklı olarak suçladığı için onu değil kendimi suçlamalıyım. "

28- "Bir insanın tabiatında zumlu sevme, kolayca yapma ve hafife alma sevgisi varsa, tabiatının ıslahını hiç beklemesin, onun dininden ve ahlakından felah umulmaz."

29- "Seni ilgilendiren sırrı senden saklayan kardeşin, senin sırrını ifşa edenden daha büyük hıyanet etmiştir."

30- "Seni aramayanın peşine düşme, bu sana ancak mahcubiyet getirir..Seni arayanı sen terk etme,bu bir nevi zulüm ve iyiliği karşılıksız bırakmaktır,bu ise hoş değil bilakis kabahattir."

31- "Dostluğun gereği bunun iki tarafına riayettir ki, dostun üzüntüsünden üzüntü ve sevincinden sevinç duymaktır, bundan aşağı düşerse dostluk sayılmaz."

32- "Her nasihatçi dosttur ama her dost nasihatçi değildir. Nasihatin hududu; birinin zarar görmesinden duyulan üzüntünün belirtilmesidir, isterse o zarar gören bunu anlamadan sevinç duysun. Birinin menfaatinden sevinç duymasıdır, isterse menfaat gören anlamadığı için üzüntü duysun. Bu dostluğun şartlarından fazla olarak nasihatin şartıdır."

33- "Her hangi birilerine nasihat ederken kabul edilmesi şartıyla yapma. İyi niyetle giriştiğin işte, anlaşılman şart değil."

34- "Dostlukta samimiyetin en son mertebesi, dostluktan başka bir sebep ortada yokken nefsiyle ve malıyla sana katılması ve başkalarına seni tercih etmesidir. Eğer ben böyle birini denememiş olsaydım zamanımızda böylesi dostluğun olmayacağını söylerdim. Fakat her gün ayrılmaya sebep olacak şeyler varken dostluğu devam ettirecek dostlar cidden azdır."

35- "Birine nasihat ederken gizli söyle, açıktan değil, işaret ederek anlat başkasının yanında olmasın. Açıkça söylenmediğinde anlamayacak durumdaysa, dolaylı yoldan duyur. Muhakkak kabul edilecek diye nasihat etme, bunlara riayet etmesen, sen nasihatçi değil, emrine itaat edilmesini isteyen bir sultan durumuna girer, zalim olursun. Dini vecibeyi yerine getirmek isteyen nasihatçi kardeş olmaktan çıkarsın. Bu ise dostun dostuna karşı takınacağı tavır değil, sultanın ra’iyyesine ve efendinin kölesine karşı takınacağı tavırdır."

36- "Dostlar birbirine karşı aynı duygudadırlar. Bunlardan hangisinin durumu ve ihtiyacı diğerinin fedakârlığına lüzum gösterirse, karşılıklı fedakârlığı yaparlar. Dostluğun ve mürüvvetin hükmü budur. Ama bir taraf muhtaç olduğunda diğer taraf her türlü fedakârlığa koşuyorken, karşı taraf muhtaç durumuna düştüğü takdirde, arkadaşı onu terk ediyorsa, bu kardeşlikte değildir dostlukta. Bu ancak çıkarcılıktır, kapıp kaçmadır. Elbette böylelerine müsamaha göstermeye gelmez. Dostluğun ölçüsü karşılıklı anlayıştır. Her ikisinin de zaruret ve ihtiyaç durumları eşit bulunduğu takdirde her ikisi de kendi nefsinden önce kardeşinin ihtiyacına koşuyorsa gerçekten dostturlar."

37- "Birinin işini yapmak istediğin vakit, isterse iş sahibi bunu senden istemiş olsun, isterse kendiliğinden başlamış ol, işi, iş sahibinin isteğine göre yap, senin isteğin gibi değil. Yoksa hiç yapma. Bunun aksini yaparsan, iyilik değil, kötülük etmiş olursun, teşekkür değil zemmi hak edersin, bu iş dostluğu değil düşmanlığı gerektirir."

38- "Dostuna, kendisini üzecek veya haberdar olduğunda kendisine fayda temin etmeyecek şeyleri nakletme, bu rezillerin işidir. Bilmediğinden dolayı zarar görecek şeyi de kendisinden gizleme, bu ehli şerrin yapacağı iştir."

39- "Sende olmayan bir şeyle metholunmaktan sevinme, aksine bununla üzüntün olsun. Zira bununla noksanlığın sana duyurulmuştur. Maskaralığa ve istihzaya alınmışındır, bundan ancak aklı kıt ahmaklar memnunluk duyar."

40- "Sende fazilet varsa sevin, ister methetsinler, ister etmesinler. Ayıpların üzerine üzüntü duy, insanlar seni ister kınasınlar ister kınamasınlar."

41- "Faziletin esası dörttür ki, her fazilet bunlarda mürekkeptir. Bunlar; adalet, anlayış, Necdet ( şecaat yiğitlik) ve cömertliktir. Rezaletin anası dörttür ki, her türlü rezalet bunlardan mürekkeptir. Bunlar; zulüm, cehalet, korkaklık ve cimriliktir. Nefsin nezaheti bir fazilettir ki cömertlikten ve yiğitlikten meydana gelmiştir, sabırda öyledir. Kanaat, adalet ve cömertlikten mürekkep bir fazilettir."

42- "Doğruluk; adalet ve cesaretten mürekkeptir. Bazen haksız olarak sana gelen biri haklı olarak döner, o da şöyle olur. Bir insandan sana yalan haber getirir, seni tahrik eder, sende cevap verirsin, bundan sakın, söyleyeni tespit edilmemiş sözlere cevap verme. Yalandan daha kötü bir şey yoktur. Öyle bir ayıptan ne beklenir ki? Yalanın nevilerinden biri de küfürdür. Her küfür yalancılıktır. Yalancılık bir cinstir, onun türlerinden biride küfürdür."

43- "İnsanları merkeplerden, köpeklerden ve diğer haşarattan ayıran konuşmaların da üçe ayrıldığını gördüm;
1- "Sözünü nereye sarf ettiğini aramaz. Ağzına geleni söyler, ne hakka yardımcı olmayı ve nede batılı reddetmeyi düşünür. İnsanların çoğu böyledir."
2- "Kendi nefsinde hak olarak kabul ettiğini destekler, batıl olarak kabul ettiğini reddetmeye çalışır. Ama bunların hakikatlerini anlamaya çalışmaz, araştırıp tespit etmez. Tuttuğu yolda inandığına ısrar eder. Bunlarda çoktur ama birinci sınıftan sayılanlar kadar değildir.
3- "Sözü yerine oturtandır ki bunlar kibrit-i ahmerden daha nadir bulunur ve daha kıymetlidir de.."

44- "Hakka teslim olmayan ve onu hazmedemeyenin endişesi uzun olur."

45- "Allah’ın acayip tedbirindendir ki, âlemde en çok ihtiyaç duyulacak şey, en ucuz şeydir. Suya bakın. Bundan daha çok lüzumsuz şeyler bundan pahalıdır. Kırmızı yakut’a bakın, nice insanlar bunun peşinde dağ başlarında ve ovalarda dolaşır dururlar ki, bundan daha çok lüzumlu şeyler, bundan ucuzdur. "

46- "Sakın, kötü insanların meclisine muvafakat etme, onların, senin dünya ve ahiretine zarar verecek nitelikteki söz ve davranışlarını müsaade etme, bunlar az şeylerdir diyerek müsamaha ile karşılama. Bunlardan pişmanlıktan başka bir fayda sağlayamazsın ki, o zaman artık pişmanlığın da fayda vermez. Bunları müsamaha ile karşıladığın için kimse seni takdir etmez bilakis sana küfreder, en azından acı akıbete uğramandan ve aleyhinde gıybette bulunulmasına aldırış duymaz."

47- "Eğer insanları bozarak, Hakkı razı etmek veya Hakkı darıltarak insanları razı etmek arasında kalırsan, Hakkı razı etde, insanların nefretini kazan, onların hatırı için Haktan ayrılma."

48- "Cehalet, masiyet ve rezalet erbabına vaaz ederken, Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) vaaz ve nasihatlerinde riayet ettiği esaslara sadık kalmak vaciptir. Bunlara sert ve yüz ekşitmek suretiyle vaaz etmek hatadır, Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yolunu aşmaktır. Zira bunlar çok kere, kendilerine söylenen şeylere karşı çıkarak, kendi yolunda inadına ısrar etmek isterler, Bunlara karşı sert ve haşin davranmakla ancak onların bu inatları kuvvetlendirilmiş olur. Böylece iyilik değil kötülük yapmış olur. Yumuşak Ve tatlılıkla yapılan vaazlarda, nasihat edilen kimsedeki kabahat değil de, başkalarında olan kabahatten haber veriliyor ve ona işaret ediliyor görüntüsünü verir ki, bu türlü konuşma daha tesirli ve daha beliğdir. Şayet nasihat edilen kimse bundan da almasa, acıtarak ve yalnız yerde(nasihat edilir),bu da sonuç vermezse irşat edilmek istenen kimsenin saygı gösterdiği ve yanında utanacağı birinin yanında tekrarlanır. Sözün yumuşatılması hususunda Allah’ın talim buyurduğu edeb böyledir."

49- "Rasulullah (s.a.v) Bazılarında bizzat kişinin kendisini muhatap olmaz , "Ne oluyor Bazı kimseler şöyle yapıyorlar?" Buyururdu. Rasulullah (s.a.v) yumuşaklığı övmüşler, kolaylaştırmayı emretmişlerdir, zorlaştırmayı nehyetmişlerdir. İrşat ettiği kişileri usandırmamak için sözünü kısaltırlardı. Allah (cc)Teala onun hakkında şöyle buyurmuştur: "Eğer sert ve haşin olsaydın, etrafından dağılırlardı." ( 3/159)

50- "Şiddet ve sertlik, Allah adına had ikame edilirken gösterilmelidir. Nasihati tesirli kılan hususlardan biride, irşat edilmek istenenin yanında, ona terk ettirilmek istenen hareketin hilafına hareket edenleri methet etmektir. Bu tutum, hayır işlemeye davet eder. Bundan başka da methi sevmenin işe yaradığı bir yer olduğunu bilmiyorum. Bu da, onu işitenin Ona uymak suretiyle iyiliğe gitmesidir. Onun için bizde, yapılan fazilet ve rezaletin tarihleriyle kaydını yapıyoruz. Böylece, zamanla işlenilen rezaleti işitenler bundan nefret etsinler Ve önceden geçmişlerin işlediği iyiliklerde duyularak onlara rağbet gösterilsin."

51- "Kendini beğenen, ayıplarının kefaretini ödesin, faziletleriyle gururlanıyorsa, ahlaki zaaflarını düşünsün, eğer kusurlarını göremezde hiç kusuru yok zannederse, onun musibeti ebedidir. İnsanlar içinden noksanı en çok olan ayıpta en büyük, akılda en zayıfıdır. Aklı zayıf olanda cahildir. Bu ikisinden de daha büyük ayıp da yoktur. Zira aklı olan, ayıplarını görür ve onları gidermek için gayret gösterir. Ahmak; nefsinin ayıplarını göremeyendir. Bu da ya cehaletten veya düşüncesizlikten ileri gelir. Ama ayıplarını, hüner ve maharet olarak kabul ediyorsa, bu yeryüzünün en büyük ayıbıdır. Niceleri vardır ki zinaları ile iftihar ederler. Niceleri vardır ki, livada ve hırsızlıklarıyla, zülüm ve tecavüzleriyle övünürler, bu gibi utanç verici şeyleri yapmalarını kuvvet telakki ederler."

52- "(insanlar) Kendi ayıplarını düşünsünler, dünya ve ahirette kendilerini ilgilendirmeyen başkalarının ayıpları ile uğraşmaktan vazgeçsinler."

53- "İnsanların ayıplarını duymakta bir menfaat bilmiyorum. Ancak, bunu duyanlar, bunlardan ibret alarak kendilerini bu ayıplardan uzaklaştırırsa menfaati budur. Bu da, Allah’ın inayet ve kuvveti ile olur."

54- "Sen haksız olarak birini hafife alırsan, onlar haklı olarak seni hafife alırlar. Allah Teala "Kötülüğün cezası kötülüktür" buyurur. Böylece kendi kendini hafife almış, belki hakikatte Allah tarafından cezalandırılmış olursun ve sende ki fazilette söner."

55-"Senden daha çok şey bilenleri düşün, kendini küçük bulacaksın. Eğer bildiğinle amel etmiyorsan, ilmin lehine değil, aleyhine şahit olacak, o zaman bilmenden bilmemen daha hayırlı olacak. Cahilin hali senin halinden daha selamettir."

56- "Ben şecaat erbabı arasında kendini beğeneni, diğer guruplara nispeten daha az gördüğüm için, onların nefislerindeki nezahetin ve yüksekliğin delili olarak kabul ettim."

57- "Eğer düşmanın yoksa o zaman sende hayır yoktur. Düşmanı olmayandan daha düşük insan yoktur. Ancak, Allah korusun, insanın kıskanılacak hiçbir nimete nailiyeti yoksa başka …"

58- "Eğer ayıplarını küçük görüyorsan, bak ki, senin ayıbın başka birinde olsa da, sen de onu görsen, utanılacak şeymiydi? Bunu düşünürsen sende de en ufak temyiz kabiliyeti varsa, noksanını anlarsın."

59- "Eğer faziletli insanların evladı olarak iftihar ediyorsan, bu fazilette sizin hisseniz yoksa ne kadar da acı mahrumiyettesin. Kendi iyiliğin yoksa onların fazileti sana ne kazandırır ki? Bütün insanlar Âdem (as) evladı, onu Allah kudretiyle yarattı cennetine yerleştirdi. Meleklere o’nun için secde ettirdi, fakat evlatları arasından bunlardan faydalanan ne kadar az. Her türlü ayıp onlardadır. İçlerinde fasıkı var, faciri var, kâfiri var. Aklı başında kimse bunları düşününce kendisinin kazandığı fazileti ve kendisinin yaptığı iyiliği yoksa bunlardan kendisine bir fayda gelmeyeceğini anlar. Bunlarla öğünmek komşunun malı ile başkasının makamı ile yarışı kazanan başka birinin atı ile övünmek gibidir. Bu gibilere misal olarak, 'babasının zekâsıyla süslenen aptal gibi' derler."

60- "Nefsi terbiye etmek aslanı terbiye etmekten zordur. Aslanı kendisi için tahsis edilen bir yere kapatır hapsedersen, şerrinden emin olunur. Ama nefis hapsedilse de şerrinden emin olunmaz."

61- "Kendini beğenmenin birbirine yakın ve çoğu kez insanların birini diğerinden ayıramayacakları halleri ve dereceleri vardır. İnsan var, kendinde olan açık faziletten böbürlenir. İnsan var ilmiyle büyüklenir. İnsan var, yaptığı işleriyle insanlar üzerine öğünür durur. İnsan var, görünüşünün üstünlüğü ile kendini uçurur. İnsan var nesebiyle şımarır. Kimi gururundan gözü kararır, kimi makamı ile tepeden bakar. Kendini beğenmenin en az derecesi, kendini gülmekten, hafif hareketlerden, fazla konuşmaktan nazlanarak gösterilen gururdur. Kimi insan ilmiyle büyüklenir üstünlük arar, kimi görüşüyle gururlanır başkalarını görmez, kimi nesebiyle gururlanır kendini şişirir, kimi makamı ile gururlanır kendini toplumun üstünde görür. Bunlara arasında en az ayıplanacak kimse, az gülerek az hareket ederek, gereksiz yere konuşmayarak gösterilen gururdur. Bunun ayıbı da diğerlerine nispeten azdır. Eğer bunları kendine düşeni yapmak fikri ile yapsaydı, övülmeye değer fazilet sayılırdı. Ancak kendini beğenmek ve insanları hafife almak için yapıldığından düşmüştür."

62- "Kendini beğenme konusu üzerine söylenecek söz çoktur, tartışma alanıdır fakat faziletten bir pay yoktur. İnsan faziletten yoksun olduğu nispette fazilete hakim olduğunu zanneder, sonra bu zan kanaat haline dönüşür ve kendini kemal mertebesinde görür. Ancak akıl ve temyiz sahibi insanlar bu gibi kuruntulara kapılmazlar. Devamlı mecnun ve ayıkmayan sarhoş, sağlıklı ve uyanık insanları, cahil biri hükemayı ve faziletli âlimleri, çocuklar yetişkin insanları, aklı kıt sefihler akıllı insanları alay konusu yapabiliyor, onlarla alay ediyorlar. Kadınlar şahsiyetli insanları eksik görebiliyorlar. Yani insanların aklı noksan oldukça kendilerinin daha çok kâmil olduğunu zannediyorlar ve akıllara hor bakabiliyorlar."

63- "İlimden hiçbir payı olmadığı halde ilmin sonuna ulaştığını zannedenler vardır."

64- "Karşılaştığım garipliklerden biride şu idi; aklı zayıf biri, toplumda ve mahfellerde, çocuğuna ve eşine olan meftuniyetini ifade derken, çocuğu için ‘’benden akıllıdır’’der, ben de tebrik ederdim. Eşini methediyorken onun güzelliğinden süsünden, sıhhatinden bahsederken, onunla evlenmek isteyen biri olsa ondan fazlasını söylemezdi. Bu kabil öğünmeler ancak aklı zayıf kimselerde görülür. Öğünmek ayıptır."

65- "Sakın öğünmeye kalkışma seni her dinleyen seni tasdik etmez doğruda söylesen. Belki senden işitilen o söz ilk defa senin kınanmana sebebiyet verir. Bir kimseyi de yüzüne methetme, bu zayıf insanların şarlatanlığıdır. Huzurunda veya gıyabında kimseyi kötüleme, seni onlarla uğraştırmayacak nefsinle meşguliyetin olsun! Fakirlik gösterme, bununla ya yalancı ya da hakir olursun, Allah’a karşı nankörlük etmiş olmanın dışında bir menfaatte edinemezsin, ya da san acımayacak birine şikâyette bulunmuş olursun. Zenginliğinden de bahsetme, dinleyenlerin ümidini kendine bağlarsın, Allah’a şükrünü artırmaz, Allah’ muhtaç olduğunu, başkasından müstağni olduğunu hatırla. Bu durum sana hem değer kazandırır hem de gereksiz tamahtan kurtulursun."

66- "Akıllı kişi aklının, temyizinin ve vicdanının kabul ettiği şeylerden ayrılmayandır."

67- "Birine bir şeyler vereceksen kendisi istemeden ver ki hem daha çok makbule geçer hem de daha büyük insanlık olur."

68- "Tabiatı pis olana hikmet kar etmez. O herkesi kendisi gibi pis tabiatlı zanneder."

69- "Adalet; her korkanın sığındığı bir kaledir. Zalimde olsa, başka türlüde olsa, zulme uğradığını gören herkes adalete davet eder, o zaman zulmü kötüler, adaleti kötüleyen kimseyi göremesin. Tabiatında adaleti seven bu kalenin içindedir."

70- "Hayrın başı, düşmanın şerrinden emin etmek ve ondan gelecek zulüm yüzünden onu terk etmektir. Düşmana yaklaşmak zevali yaklaşmış ahmakların işidir. Şerrin başı da dostun güvenini kazanamamaktır, onu uzaklaştırmak ise ahmakların işidir, şekavettir. Düşmana yakınlık hilim değildir, ondan sakınarak selamette kalmak hilimdir."

71- "Tabiatın kabahate meyletmesi ayıp değildir, ister en büyük ayıp ve son derece rezalet olsun. Bunları sözüyle ve fiiliyle izhar etmesi ayıptır. Yoksa tabiatı meylettikten sonra, aklıyla meyline karşı çıkarak ona galip gelmek, aklın kuvvetidir ve faziletidir."

72- "Haramda hıyanet, kanda hıyanetten daha şiddetlidir. Irz, maldan daha kıymetlidir. Kerem sahibine layık olan malıyla cismini, cismi ile nefsini, nefsiyle ırzını ırzıyla dinini korumaktır. Din ile hiçbir şey korunamaz. Hiçbir şey adına dinden taviz verilemez. Irzda hıyanet malda hıyanetten büyüktür."

73- "Faziletin ne olduğunu bilmeyen, Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) emrettiği şeylere itimat etsin, o bütün faziletleri kendisinde toplamıştır."

74- "Hayret edilecek şeydir ki, fazilet sevimlidir ve taşıması ağırdır. Rezalet ise kabahattir taşınması hafiftir. İnsaf etmek isteyen hasmına bakacağı yerde kendisine baksın, o zaman yanıldığını ve haksızlığını görecektir."

75- "Fazilet; ifrat ile tefrit arasında orta halli ve mutedil hareket etmektir. Haddi aşacak kadar ileri gitmek ne kadar anormal ise, normalin gerisinde kalarak sınıra varmamak ta o kadar anormaldir."

76- "Aşırı derecede açılarak düşmektense, ihtiyatlı hareket ederek tutumluluk göstermek daha isabetlidir."

77- "Akıllılık dostu düşmanı tanımandır. Ahmaklık, dostunu düşmanından ayıramamandır.

78- Zalim olduğu için düşmanına teslim olma, kendisine de zulüm etme, adalette dostunla düşmanını eşit tut. Yakınlık göstereyim diye düşmanına yaklaşma, bu ahmakların işidir. İnsanların kendisini sevmesini isteyen dostunun ve düşmanın hak ettiklerini yerlerini verendir. Düşmana yakınlık göstermek, size karşı cephe alanların işini kolaylaştırır, gözlerinde küçük düşürür, dövüşmelerine imkân hazırlar, dostlarının güvenini sarsar, onları da düşmanlarının safına katar."

79- "İnsanlardan gelecek hastalık, yırtıcı hayvanlardan, zehirli yılanlardan gelecek tehlikeden daha büyüktür, zira onlardan sakınmak mümkündür, ancak insanlardan gelecek tehlikeden sakınmak asla mümkün değildir."

80- "İnsanları mağlup eden nifaktır, iki yüzlülüktür. Buna rağmen, insan kendisine münafıklık yapmayana yer vermez."

81- "Bir insanın üzerinde şüphelerin çoğalması onu yalancılığa götürür, zira çok yerde özür beyan etme mecburiyetinde kalacak ve bu durum kendisini zorlayacak, yalan söylemesini kolaylaştıracaktır."

82- "Tabiatın da doğruluk olan insanın üzerine en adil şahit kendi yüzüdür. Zira o, bir yalan söylediği ya da söylemeyi düşündüğü anda dilinde kekemelik ve sözlerinde tutarsızlık olacak, birbirini bozacaktır."

83- "Doğru sözü geri almanın musibeti, ondan doğacak musibetten büyüktür."

84- "Kerem sahibi nefislerin en çok korktuğu şey, ırzlarına gelecek ve dinlerinde dokunacak nakıslıktır. (bu) Şahsiyetsiz insanlara da en hafif gelen şeydir."

85- "Akıllı kimse zulme uğradığını göstererek ve şikâyet ederek ağlayan birini görünce hemen ona merhamet ederek, zulme uğradığına hüküm vermesin. Son derece zalim olduğu halde, kendisini böyle gösterenle karşılaştım. Zulme uğradığı halde şikâyet göstermeyen sakin kimseler de gördüm. Bunlar hakkında iyice tahkik etmeden karara varmak yanıltır, araştırılmalıdır. Her iki taraf içinde insafın icabı ne ise onu göstermeli."

86- "Kötü düşünceli insanlar, bu kötü düşüncelerinde edindikleri zararı bilselerdi, düşüncelerini düzelterek ileride başarılı olmaya çalışırlardı. Tevfik yalnız Allah’tandır."

87- "İyiliği görülene teşekkür farzdır, vaciptir. Bu yapılanın karşılığı da misli ve ya daha fazlasıyla karşılık vermektir. Yerinde onu müdafaa etmek, sağlığında ve ölümünden sonra da şahsına ve yakınlarına ilgi gösterilmek suretiyle vefakârlıktır. Daha sonra da evlatlarına bu husus vasiyetlerde bulunmak ve onların iyiliklerini söylemek, kusurlarından hiç bahsetmemektir. Günah işlemesine yardımda bulunmak ve dininde veya dünyasında zararına olacak hareketlerini görmemezlikten gelerek, nasihati ihmal etmek teşekkürden değildir. Bilakis iyiliğini gördüğün birine, batıl işinde yardım edersen, nankörlük ve hıyanet etmiş olursun."

88- "Kusuru olmayan kimse yoktur. Kendi kusurunu araştıranın, başkalarının kusuruyla uğraşmaya zamanı kalmaz."

89- "Bir ilim meclisinde bulunuyorken, ondan faydalanmayı düşün, orayı lüzumsuz görme, birinin yanılmasını bekleme, bu rezillerin işidir. Böyleleri hiçbir zama n hisse alamazlar. Faydalanmak niyetiyle bulunursan her halde kazançlısın. Eğer bu niyetle gitmeyeceksen evinde oturman daha selamettir. Oraya varırsan şu üç şeye riayet etki bunun dördüncüsü yoktur.
1- Cahiller gibi dinle, mecliste bulunmaktan ecir ve sevap kazanırsın.
2- Fuzuli şeylerle meşgul olmadığından takdir edilirsin.
3- Meclistekilerin sevgisine mazhar olduğundan takdir edilirsin.

Eğer bunları yapmasan öğrenmek isteyenin sorusunu sor, güzellik kazanırsın. Bunun beşincisini artırmaktır. Öğrenmek isteyenin sorusu bilmediğini sormaktır, bildiğini sormak akılsızlıktır, hafifliktir, fuzuli konuşmak ve faydasız yere zaman kaybetmektir. Bel ki bundan düşmanlıkta doğabilir. Sonra bunlar fuzuli şeylerdir, fuzulilik sevimsizliktir. Sorduğun şeye yeterli cevap aldınsa sözü orada kes, uzatma! Yeterli cevap verilmedi ya da verilen cevabı anlamadınsa, anlamadığını söyle, açıklamasını iste, açıklama yapmaz veya önceki sözünü tekrarla orada kal, üzerine varma, aksi halde soğukluk doğar, eline de bir şey geçmez.

Bunun bir üçüncü şıkkı vardır ki, o da bilinen birinin müdahalesi şeklidir. Bununda yolu, açık delil ile itiraz etmektir. Eğer bu hususta hazırlığın yoksa yapacağın şey sözünü tekrarlanmaktan ibretse, ya da hasmın muarazanı değerlendirmeyecekse susacaksın. Zira bu muarazadan lafı kabartmadan başka fayda temin edemeyeceksin, ne bir şey öğretmiş nede bir şey öğrenmiş olacaksın, belki düşman kazanmış olacaksın, kim bilir ne zararlara maruz kalacaksın. Sen sen ol da inada ve kibir yarışına kalkışarak hasmı yenme havasına kapılma. Eğer bunda ilim hâkim değilse hâkim olacak inat ve kibir yarışıdır ki bunların her ikisi ahlaksızlığın ve dini zafiyetin delilidir. Bunlarda akıllı ve faziletli kişinin işi değildir."

90- "Sendeki çoğa göz dikmeden kendisindeki az ile yetinen, zenginlikte seninle eşit olmuştur, sen istersen Karun kadar zengin ol. Eğer kazanmak için senin iştah kabarttığın şeylere tenezzül etmiyor, kendini koruyorsa senden zengindir. Dünya işlerinde senin eğildiğin kimselere el açıp eğilmiyorsa senden çok daha azizdir."

91- "Hayrı öğrenip onunla amel etmek insanlara farz kılınmıştır. Bu ikisini birleştirebilen iki fazilete birden sahip olmuştur. Öğrenmiş ta onunla amel etmemişe, öğrenmekte güzel iş yapmıştır, amel etmemekle de kötülük etmiştir, iyiyle kötüyü karıştırmıştır. Bu, hem öğrenmeyen hem de amel etmeyenden iyidir. Burada durumu daha kötü olan, öğrenmenin yolunu kapatarak mani olandan da daha az kötüdür."

91- "Senin işlediğin şeylerden başkaları nehyetme bu senin için büyük ayıptır. İlk önce nefsinden başla onu azgınlığından vazgeçir. Onu yaptıktan sonra sen artık hekimsin. İşte o zaman vaazında kabul görür peşine düşülür ve ilminden de istifade edilir."

92- "Takvalı olmadığı halde takvayı emreden, insanları tedavi eden hasta doktor gibidir."

93- "Eğer şerden uzak duran başkası şerri nefyetmeyecek ve hayrı işleyen den başkası hayrı emretmeyecek olursa, peygamberlerden başkası ne şerri nehyeder ne de hayrı emreder. Bunun aksi görüşte olanın, tabiatı bozuk, görüşü fesattır."

94- "Cahiller faydalı şeylerde susar, zararlı şeylerde konuşurlar."

95- "Bir kimseyi de yüzüne methetme, bu zayıf insanların şarlatanlığıdır."

96- "Dostluğun ölçüsü karşılıklı anlayıştır. Her ikisinin de zaruret ve ihtiyaç durumları eşit bulunduğu takdirde her ikisi de kendi nefsinden önce kardeşinin ihtiyacına koşuyorsa gerçekten dostturlar."

97- "Dedi kodunun önlemesi için en tesirli tedbir susmaktır."

98- Kendini beğenmiş birine; “yerini bil” dediğinde, bununla kusurunu hatırladı ve toparlandı ise, fazlaya gitme, görevini yaptın. Daha fazla ayıplarını sayıp dökecek olursan, rezaleti basitleştirmiş ve şer ehlini taklit etmiş olursun."

99- "Saadet sahibi sayılacak kimse, hayatta az kusuru görülerek defnolunandır."

100- "Fazilet arayan ehlinden başkasında bulamaz."
====================================
Resmi sitemiz :

Telegram kanalımız :

Facebook sayfamız :

Twitter hesabımız :

www.tavhid.org sitesine teşekkürler 

SÜNNETE UYMAK ve DÎNDE BİD’AT ÇIKARMAKTAN YASAKLAMA KONUSUNDA EHL-İ SÜNNET İMAMLARININ TAVSİYELERİ



Muâz b. Cebel:

" Ey insanlar! İlim kaldırılmadan önce, ilim öğrenmeye bakınız. Şunu biliniz ki ilmin kaldırılması, ilim ehlinin gitmesidir.Bid’atlerden, bid’at çıkarmak-tan ve aşırıya gitmekten sakınınız, siz eski halinize uymaya bakınız."
[İbn-i Vaddâh; "el-Bideu ven-Nehyu Anhâ"]


Huzeyfe b. Yemân:

"Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’in ashâbının ibâ-det diye yapmadığı hiçbir ibâdeti siz de yapmayın. Çünkü önce gelen, sonra gelene söyleyecek söz bırakmamıştır. Ey âlimler topluluğu! Allah’tan korkun. Sizden öncekilerin izlediği yolu tutun."
[İbn-i Batta, "el-İbâne" adlı eserinde rivâyet etmiştir]

Abdullah b. Mes’ud:
"Sizden kim başkasının izinden gidecekse, ölenlerin sünnetine uysun. Onlar bu ümmetin en hayırlısı, kalpleri en iyi, ilimleri en derin ve kendilerini en az külfete sokan Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-'in ashâbıdır. Onlar, Allah Teâlâ'nın Peygamberine arkadaşlık yapmaları ve dînini taşımaları için seçtiği bir topluluktur. Siz de ahlâkınızı onların ahlâkına ve yolunuzu da onların yoluna benzetin. Çünkü onlar dosdoğru yol üzereydiler."
[Beğavî, "Şerhus,Sunne" adlı eserinde rivâyet etmiştir]

Yine şöyle der:

"(Sünnete) uyun,bid’at çıkarmayın. Sizin başka bir şeye ihtiyacınız yoktur(dîniniz tamamlanmıştır). Siz eski yola uymaya bakınız."
[Dârimî, süneninde rivâyet etmiştir.]

Abdullah b. Ömer:

"İnsanlar öncekilerin izlerine uydukları sürece doğru yol üzere kalmaya devam edeceklerdir."
[El-Lâlekâî; "Ehl-i Sünnet vel-Cemaat İtikâdının Esasları Şerhi"nde rivâyet etmiştir.]

"İnsanlar onu güzel görseler dahi, her bid’at dalâlettir."
[El-Lâlekâî; "Ehl-i Sünnet vel-Cemaat İtikâdının Esasları Şerhi"nde rivâyet etmiştir.]


Büyük sahâbî Ebud-Derdâ:

"Sen öncekilerin izini izlediğin sürece asla sapıtmazsın."
[İbn-i Batta, "el-İbâne" adlı eserinde rivâyet etmiştir]


Mü’minlerin emîri Ali b. Ebî Tâlib:

"Eğer dîn görüşe göre olsaydı, mestlerin alt tarafının meshedilmesi, üst tarafının meshedilmesin-den daha uygun olurdu.Ancak ben Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’i mestlerin üstünü meshederken gördüm."
[İbn-i Ebî Şeybe, "el-Musannef" adlı eserinde rivâyet etmiştir.]

Abdullah b. Amr b. el-Âs:

"Hiçbir bid’at çıkarılmasın ki o devam etmiş olmasın. Hiçbir sünnet ortadan kaldırılmasın ki onun ortadan kayboluşu devam etmiş olmasın."
[İbn-i Batta, "el-İbâne" adlı eserinde rivâyet etmiştir.]

Âbis b. Rabîa:

Ben, Ömer b. Hattâb’ı Hacer-i Esved’i öperken ve bu arada şunları söylerken gördüm:
"Ben, senin ne fayda, ne de zarar verebilen bir taş olduğunu çok iyi biliyorum. Eğer Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’i seni öperken görmüş olmasaydım, ben de seni öpmezdim."
[Buharî ve Müslim]

Adâletli halife Ömer b. Abdulaziz:

"O kavmin durduğu yerde sen de dur. Çünkü onlar bilerek durmuşlardır.Derin bir görüş ile uzak kalmışlardır. O durdukları noktayı açığa çıkarmakta onlar daha güçlü idiler. Eğer bu işte bir fazîlet olsaydı, onu yapmaya da daha layık idiler. Şâyet sizler 'onlardan sonra meydana geldi' diyecek olursanız, şüphesiz onların yoluna aykırı hareket eden ve sünnetinden yüz çevirenden başkası bu yeni şeyi ortaya çıkarmış değildir. Onlar şifâ için yeterli olacak kadarını söylediler, yetecek kadar söz söylediler. Onlardan öteye giden aşırıya gitmiş, onlardan geri kalan hata yapmış olur. Birtakım kimseler onlardan geriye kaldığından dolayı onlar uzak düştüler, kimisi de onları geride bıraktığından dolayı aşırıya gittiler. Onlar ise bu ikisi arasında hiç şüphesiz dosdoğru bir yol üzerinde idiler."
[İbn-i Kudâme; "Lum'atul-İ'tikâd el-Hâdî İlâ Sebîlir-Raşâd"]

İmam Evzaî:

"İnsanlar seni reddetseler bile sen selef’in izinden gitmeye bak. Sözleriyle sana süslü gösterseler bile insanların görüşlerinden uzak dur. Çünkü böyle yapacak olursan, sen dosdoğru yol üzere olduğun halde mesele senin için açıklık kazanır."
[el-Hatîb; "Şerafu Ashâbil-Hadîs" adlı eserinde rivâyet etmiştir.]

Eyyûb Sıhtiyanî:

"Bid’at sahibinin gayreti ne kadar artarsa, Allah’tan da o kadar uzaklaşır."
[İbn-i Vaddâh; "el-Bideu ven-Nehyu Anhâ"]


Hassân b. Atiyye:

"Bir topluluk dînleri hakkında bir bid’at çıkardılar mı, mutlaka onun benzeri olan bir sünnet onların arasından çekilip alınır."
[El-Lâlekâî; "Ehl-i Sünnet vel-Cemaat İtikâdının Esasları Şerhi"nde rivâyet etmiştir]

Muhammed b.Sîrîn:

"Şöyle diyorlardı:Kişi öncekilerin izi üzere yürümeye devam ettikçe,doğru yol üzerinde devam ediyor demektir."
[El-Lâlekâî; "Ehl-i Sünnet vel-Cemaat İtikâdının Esasları Şerhi"nde rivâyet etmiştir]

Süfyan-ı Sevrî:

"Bid’at çıkarmak, İblis'e günah işlemekten daha sevimlidir. Çünkü kişi günahtan tevbe eder, bid’atten ise tevbe edilmez."
[Beğavî, "Şerhus,Sünne" adlı eserinde rivâyet etmiştir.]

Abdullah b. Mubârek:

"Dayandığın şey, eser (öncekilerin izlediği yol) olsun. Sen, görüşlerden hadisi açıklayacak kadarını al."
[Beyhakî; "Sunenul-Kubrâ"da rivâyet etmiştir.]

İmam Şafîi:

"Sünnete aykırı olarak hakkında konuştuğum ne kadar mesele varsa, ben ondan hayatımda da, ölümümden sonra da dönüyorum, vazgeçiyorum."
[El-Hatîb; "el-Fakîh vel-Mütefakkih" adlı eserinde rivâyet etmiştir]

Rabî’ b. Süleyman:

"Şafiî bir gün bir hadis rivâyet etti.
Bir adam ona: Ey Abdullah’ın babası sen de bu hadisi delil olarak alıyor musun? deyince, Şâfiî ona şöyle dedi:
"Ben Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’den sahih bir hadis rivâyet edip de onu delil olarak kabul etmezsem şâhit olunuz ki aklımı başımdan yitirmişim demektir."
[İbn-i Batta, "el-İbâne" adlı eserinde rivâyet etmiştir]

Nuh el-Câmî:

"Ebu Hanife'ye-Allah ona rahmet etsin- şöyle dedim: İnsanların ârâz ve cisimler hakkında söylediklerine ne dersin? O şöyle dedi:"Bunlar felsefecilerin görüş-leridir.Sen esere ve selefin izlediği yola uymaya bak. Sonradan çıkarılmış, her şeyden sakın.Çünkü o bir bid’attir."
[El-Hatîb; "el-Fakîh vel-Mütefakkih" adlı eserinde rivâyet etmiştir.]

İmam Mâlik b.Enes:
"Sünnet Nuh'un gemisidir. Ona binen kurtulur, ondan geri kalan suda boğulur."
[Suyûtî; "Miftâhul-Cenne Fil-İ'tisâm Bis-Sünne"]

Yine şöyle der:
"Şâyet kelâm bir ilim olsaydı, sahâbe ve tâbiîn, ahkâm hakkında konuştukları gibi, kelâm hakkında da konuşurlardı.Ancak o bir bâtıla delâlet eden bir bâtıldır."
[Beğavî, "Şerhus,Sünne" adlı eserinde rivâyet etmiştir.]

İbn-i Mâcişûn:

"Ben Mâlik’i şöyle derken işittim:

'Her kim İslam’da güzel görüp bir bid’at çıkarır-sa, Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-’in risâleti edâ etmede ihânet ettiğini iddiâ etmiş olur. Çünkü Allah Teâlâ: 'Bugün sizin için dîninizi tamamladım' diye buyurmaktadır. Bu sebeple o gün dîn olmayan hiçbir şey bugün de dîn olamaz."
[İmam Şâtıbî; "el-İ'tisâm"]

Ehl-i sünnet imamı İmam Ahmed b. Hanbel :

"Bize göre sünnetin esasları, Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’in ashâbının izlediği yola sımsıkı sarılmak, onları örnek almak ve bid’atleri terketmektir. Çünkü her bid’at bir sapıklıktır."
[El-Lâlekâî; "Ehl-i Sünnet vel-Cemaat İtikâdının Esasları Şerhi"nde rivâyet etmiştir.]

Hasan-ı Basrî:

"Bir kimse eğer ilk selef’e yetişmiş olup da, sonra bugün diriltilmiş olsaydı,İslam’dan bildiği hiçbir şey göremezdi. -Bu arada elini yanağına koyduktan sonra sözlerine şöyle devam etti:
Ancak şu namaz müstesnâ -Sonra şunları söyledi- :
Allah’a yemîn ederim, ancak şu tanınmadık hal içerisinde yaşayıp da o selef-i sâlih’e de yetişmemiş olan kimse bir bid’atçinin bid’atine dünyalık isteyen bir kimsenin dünyasına dâvet ettiğini görmekle birlikte, Allah bu işten o kişiyi koruyup da kalbinin o selef-i sâlih’e arzu duymasını sağlar, böylece o kimse onların yolunu sorup,izini takib etmeye, yolunu izlemeye koyulursa, hiç şüphe yok ki bunların (bid’at ve dünyalığın) yerine ona pek büyük bir ecir verilecektir. Allah’ın izniyle siz de böyle olun."
[İbn-i Vaddâh; "el-Bideu ven-Nehyu Anhâ"]

İlmiyle âmil Fudayl b. İyâd'ın:

"Hidâyet yollarına uy.O yolu izleyenlerinin az oluşu sana zarar veremez. Dalâlet yollarından ise sakın. Helâk olanların çokluğuna da aldanma."
[İmam Şâtıbî; "el-İ'tisâm"]

Abdullah b. Ömer :

Kendisine bir mesele hakkında soru sorup da baban bu işi yasaklamıştı, diyen kimseye şöyle söylemişti:

"Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’in emrine uyulması mı daha uygundur? Yoksa babamın emrine mi?"
[İbn-i Kayyim; "Zâdul-Meâd"]

Abdullah b. Ömer:

Adamın birisi aksırıp, "elhamdulillah ves-salâtu ves-selâmu alâ rasûlillah" dediğini duyunca, İbn-i Ömer ona şöyle demişti:

“Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- bize böyle öğretmedi. Aksine : Sizden biriniz aksırdığında elhamdulillah desin, diye buyurdu. Rasûlullah’a salât ve selâm getirsin, demedi."
[Tirmizî süneninde hasen bir senedle rivâyet etmiştir.]

İbn-i Abbas :
Ebu Bekir ve Ömer'in sözleri ile sünnete karşı çıkana şöyle demiştir:

"Bu gidişle fazla geçmeden gökten üzerinize taş yağacaktır.Ben sizlere Rasûlullah-sallahu aleyhi ve sellem- buyurdu diyorum, siz bana Ebu Bekir ve Ömer şöyle şöyle dedi, diyorsunuz."
[Abdurrezzâk; "el-Musannef" adlı eserinde sahih bir senedle rivâyet etmiştir]

sünneti nitelendirdiği bu sözleri ne kadar doğrudur:
"Sünnet ehlinden bir kimseye bakmak, sünnete dâvet eder ve bid’ati yasaklar."
[El-Lâlekâî; "Ehl-i Sünnet vel-Cemaat İtikâdının Esasları Şerhi"nde rivâyet etmiştir.]

Süfyan-ı Sevrî:

"Doğuda bir adamın sünnete bağlı olduğuna dâir sana bir haber ulaşırsa, sen de ona selâm gönder. Çünkü sünnet ehli (sünnete bağlı) kimseler azalmıştır."
[El-Lâlekâî; "Ehl-i Sünnet vel-Cemaat İtikâdının Esasları Şerhi"nde rivâyet etmiştir.]

Eyyûb Sıhtiyanî:

"Bana sünnet ehlinden birisinin öldüğü haber verildiğinde sanki organlarımdan birisini kaybetmiş gibi oluyorum."
[El-Lâlekâî; "Ehl-i Sünnet vel-Cemaat İtikâdının Esasları Şerhi"nde rivâyet etmiştir.]

Câfer b. Muhammed:

"Ben Kuteybe’yi-Allah ona rahmet etsin- şöyle derken işittim:
'Bir adamın Yahya b. Saîd, Abdurrahman b. Mehdî, Ahmed b. Hanbel, İshak b. Râhaveyh -ve daha başka kimseleri de zikrederek- gibi hadis ehli olan kimseleri sevdiğini görürsen, şüphesiz ki o kişi sünnete uyan bir kimsedir. Bunlara muhalefet eden kimse de bil ki o bid’atçi birisidir."
[El-Lâlekâî; "Ehl-i Sünnet vel-Cemaat İtikâdının Esasları Şerhi"nde rivâyet etmiştir]

İbrahim Nehaî:

"Eğer Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-’in ashâbı bir tırnağın üzerini meshetmiş olsalardı, ben de onlara uymanın fazîletini elde etmek için onu yıkamazdım"
[Ebû Dâvûd, süneninde rivâyet etmiştir]

Abdullah b. Mubârek:

"Ey kardeşim, şunu bil ki bugün ölmek; sünnet üzere Allah’ın huzuruna çıkacak her müslüman için bir lutuf ve ikramdır. Elbette biz Allah’a âitiz ve O’na döneceğiz. Yalnızlığımızdan, kardeşlerin gidip bizi bırakmasından, yardımcıların azlığından, bid’atlerin ortaya çıkmasından ötürü Allah’a şikayet ederiz. İlim adamlarının,sünnet ehlinin gitmesi, bid’atlerin ortaya çıkması gibi, bu ümmetin başına gelen büyük musibetlerden dolayı da şikâyetimiz Allah’adır."
[İbn-i Vaddâh; "el-Bideu ven-Nehyu Anhâ"]

Fudayl b. İyâd:

"Şüphesiz Allah’ın kendileri vasıtası ile ülkelere hayat verdiği kulları vardır ki onlar sünnet ashâbı kimselerdir."
[El-Lâlekâî; "Ehl-i Sünnet vel-Cemaat İtikâdının Esasları Şerhi"nde rivâyet etmiştir.]

İmam Şafiî :

Ehl-i sünneti nitelendirdiği şu sözleri ne kadar doğrudur:

"Ben, hadis ashâbından bir adamı gördüğüm zaman sanki Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’in ashâbın-dan birisini görmüş gibi oluyorum."
[el-Hatîb; "Şerafu Ashâbil-Hadîs" adlı eserinde rivâyet etmiştir]

İmam Mâlik :

Sözünü ettiğimiz bütün imamların sözlerini özetleyen büyük bir kâideyi şu sözleriyle ortaya koymaktadır:
"Bu ümmetin başı ne ile düzelmişse, sonu da ancak onunla düzelir. O gün dîn olmayan hiçbir şey bugün de dîn olamaz."
[Kadı İyâd;" eş-Şifâ". Cilt: 2, sayfa: 88]

Bunlar Ehl-i Sünnet vel-Cemaat olan selef-i sâlih’in önderlerinden bazılarının söyledikleri sözlerdir. Onlar insanlara en iyi nasihat eden, insanlar arasında ümmetinin iyiliğini en çok isteyen, onların ne ile düzeleceklerini ve ne ile hidâyet bulacaklarını en iyi bilenlerdi.
Onlar, Allah Teâlâ'nın kitabı ve Rasûlünün sünnetine sımsıkı sarılmayı tavsiye etmekte, sonradan ortaya çıkmış işlerden ve bid’atlerden sakındırmakta, Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’in onlara haber verdiği şekilde kurtuluş yolununun Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’in sünnetine ve onun yoluna sımsıkı sarılmak olduğunu bildirmektedirler

26 Haziran 2016 Pazar

İNKARCI İDEOLOJİ VE HAREKETLERE, CÂHİLÎ PARTİLERE ÜYE OLMANIN HÜKMÜ



1. Küfrün ideolojilerinden olan komünizm, laiklik ve kapitalizm gibi inkârcı ideolojilere üye olmak, İslâm dîninden dönmektir. Bu ideolojilere üye olan kimse, müslüman olduğunu iddiâ ederse bile kâfirdir, zira bu dinden çıkaran nifaktır. Çünkü münâfıklar, içten kâfir olmalarına rağmen dış görünüşleriyle İslâm'a bağlı olduklarını söylerler.

Nitekim Allah Teâlâ münâfıklar hakkında şöyle buyurmaktadır: 

"(Münâfıklar) îmân edenlerle karşılaştıklarında: 'Biz de (sizin gibi) îmân ettik' derler. Şeytanları ile başbaşa kaldıklarında ise: 'Biz sizinle beraberiz, biz sadece (onlarla) alay edicileriz!' derler."[1]

Başka bir âyette şöyle buyurmaktadır:

"(Ey mü'minler!) Onlar (münâfıklar) sizi gözetlerler de eğer size Allah’tan bir fetih gelse: 'Biz sizinle beraber değil miydik?' derler. Kâfirlerin nasibi olursa da: 'Biz size galip gelemez miydik? Sizi mü’minlerden biz korumadık mı?' derler. Artık Allah kıyâmet gününde aranızda hükmedecektir. Doğrusu Allah, mü’minler aleyhine kâfirlere asla bir yol vermeyecektir."[2] 

Bu hilekâr ve düzenbaz münâfıklardan her birinin iki yüzü vardır:
Mü'minlerle karşılaştığında bir yüzü, inkârcı kardeşlerine döndüğünde başka bir yüzü vardır. Yine bu münâfıklardan her birinin iki dili vardır: Birisi; müslümanlar dış görünüşüyle onu kabul ederler. Diğeri ise onun içinde gizli olan sırrı açıklar.

Nitekim Allah Teâlâ onların halini şöyle açıklamaktadır:

"(Münâfıklar) îmân edenlerle karşılaştıklarında: 'Biz de (sizin gibi) îmân ettik' derler. Şeytanları ile başbaşa kaldıklarında ise: 'Biz sizinle beraberiz, biz sadece (onlarla) alay edicileriz!' derler."[3]

Münâfıklar, Kur'an ve sünnete bağlı müslümanlarla alay edip onları hakîr görerek Kur'an ve sünnetten yüz çevirmiş, -güyâ- kendi yanlarındaki kesilmeyen ilmin çokluğuyla böbürlenerek şer ve kibirlerinden dolayı Kur'an ve sünnetin hükmüne boyun eğmeyi kabul etmemişlerdir. Onları -vahyin de açıkça belirttiği gibi-, alay etmekte kesinlikle kararlı olduklarını görürsün.

Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Allah da onlarla alay eder ve azgınlıkları içerisinde bocalar bir halde onlara süre verir."[4]

Oysa Allah Teâlâ mü'minlere katılmayı, onlarla birleşmeyi ve onlara mensup olmayı emretmektedir. Bu konuda, İbn-i Kayyim'in-Allah ona rahmet etsin- "Münâfıkların Sıfatları" adlı risâlesinin 19. sayfasına bakabilirsiniz.

Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Ey îmân edenler! (O'na karşı gelmeyi terkederek) Allah'tan korkun ve (yemîn, söz ve her işinde doğru olan) sâdıklarla birlikte olun."[5]

Bu inkârcı ideoloji ve hareketler, birbirleri ile çatışan ideoloji ve hareketlerdir. Çünkü bunlar, bâtıl üzere kurulmuşlardır. Örneğin komünizm, yaratıcı olan Allah Teâlâ'nın varlığını inkâr etmekte ve bütün semâvî dînlere savaş açmaktadır. Hangi akıl sahibi, inançsız yaşamaya ve herkes tarafından çok iyi bilinen şeyleri inkâr ederek aklını yok saymaya râzı olur?
Laiklik, bütün dînleri inkâr etmekte, bu dünya hayatında hayvan gibi yaşamaktan başka bir şeyi olmayan, onu yönlendiren ve herhangi bir gâyesi olmayan maddî şeylere dayanmaktadır.
Kapitalizmin ise tek gâyesi; helal ve haram olduğuna bakmaksızın, fakir ve düşkünlere iyilikte bulunmaksızın ve onlara şefkat göstermeksizin hangi yoldan olursa olsun, mal biriktirmektir. Kapitalizm ekonomisinin temeli, Allah ve Rasûlüne savaş açmak, devletleri ve fertleri yıkmak, fakir toplumların kanlarını emmek olan fâiz üzerine kurulmuştur.
Kalbinde zerre kadar îmân olan kimseyi bir tarafa bırakın, hayatını dîn, akıl ve doğru bir gâyeden yoksun olarak yaşamayı kendine hedef olarak seçen ve bu uğurda mücâdele eden, bu ideoloji ve hareketler üzere yaşamaya hangi akıl sahibi râzı olur? Müslüman görünen ülkelerin çoğunda gerçek İslâm kaybolup insanlar kendi öz benliklerini kaybetmiş bir halde yetişerek başkalarının himâyesi altında yaşamaya başlayınca, ancak o zaman bu bâtıl ideoloji ve hareketler onlara üstün gelmiştir.
2. Milliyetçi ve ırkçı câhilî partilere üye olmak, yine küfür ve İslâm'dan dönmektir. Çünkü İslâm, câhiliyet döneminin taassup ve şovenizmini şiddetle reddetmektedir.

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Ey insanlar! Gerçekten biz, sizi bir erkek (Âdem) ve bir dişiden (Havvâ'dan) yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi (birçok) halklar ve kabileler kıldık. Şüphesiz ki Allah katında sizin en üstün olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır (takvaca en ileride olanınızdır). Şüphesiz ki Allah, (takvâ sahiplerini) hakkıyla bilendir, (onlardan) haberdâr olandır."[6] 

Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem- de bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"İnsanları ırkçılığa çağıran bizden değildir. Irkçılık adına savaşan bizden değildir. Irkçılık dâvâsı üzere ölen bizden değildir."[7] 

Müslim'in rivâyet ettiği hadis ise şöyledir: 

Ebu Hureyre'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmaktadır:

"Kim itaatten çıkar ve müslümanlardan ayrılırsa, câhiliye ölümü üzerine ölmüş olur. Kim, kör bir dâvâ uğruna kavmi için hiddetlenir veya kavmiyetçiliğe çağırır veyahut da akrabalarına yardım etmeye çağırırken öldürülürse, câhiliye ölümü üzerine ölmüş olur. Kim ümmetime isyan eder, iyi ile kötüyü birbirinden ayırt etmeden, mü'min olanına dikkat etmeden ve ahid (emân) verilen muâhidi vefâ göstermeden vurup öldürürse, o benden değildir, ben de ondan değilim." 


Başka bir hadiste şöyle buyurmaktadır:
"Şüphesiz ki Allah, câhiliyet döneminin kibir ve büyüklenmesini, atalarla iftihar edilmesini sizden gidermiş ve üzerinizden kaldırmıştır. İnsanlar iki türlüdür: Ya dîndâr ve takvâlıdır ya da (ya kâfir ya da) günahkârdır. Bütün insanlar, Âdem-aleyhisselâm-'ın evlâtlarıdır. Âdem-aleyhisselâm- ise topraktan yaratılmıştır. Arabın, Acem'e (Arap olmayana) takvâdan başka hiçbir üstünlüğü yoktur."[8] 

Bu partizanlıklar, müslümanları bölmektedir. Oysa Allah Teâlâ, toplanıp biraraya gelmeyi, iyilik ve takvâda yardımlaşmayı emretmekte ve parçalanıp ayrılığa düşmeyi yasaklamaktadır.

Nitekim bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'an ve sünnete) sarılın ve ayrılığa düşmeyin! Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini de hatırlayın. (Ey mü'minler!) Hani siz (İslâm'dan önce birbirinize) düşmanlar iken, Allah kalplerinizin arasını birleştirdi de O’nun lütfuyla kardeşler oldunuz."[9]

Şüphesiz ki Allah Teâlâ, bizden tek bir grup ve hizip olmamızı istemektedir ki o da kurtuluşa eren Allah Teâlâ'nın dostlarıdır.

"Avrupa, siyâsî ve kültürel yönden İslâm dünyasını ele geçirdikten sonra, İslâm dünyası milliyetçilik, ırkçılık ve yurtseverlik gibi akımlara boyun eğmiş ve bunlara bilimsel, doğruluğu kabul edilen ve kaçınılmaz bir gerçek dâvâ gibi inanmaya başlamıştır. İslâm dünyasının toplulukları da İslâm'ın öldürdüğü bu ırkçılıkları yeniden yaşatmak için hayret edilecek bir şekilde atağa geçmiş, bu ırkçılıkları terennüm etmeye, onların sloganlarını yaşatmaya ve İslâm'dan önceki dönemleri ile iftihar etmeye başlamıştır ki İslâm, bu döneme ısrarla câhiliyet adını vermiştir.
Allah Teâlâ müslümanlara, bu câhiliyet karanlığından çıkmayı lütfedip onları bu nimete (câhiliyet karanlığından İslâm nûruna çıkma nimetine) şükretmeye teşvik etmiştir. Mü'minin, zamanı geçen veya geçmeye yakın olan câhiliyeti hatırlamak istememesi, ondan nefret etmesi, onu çirkin görmesi, ondan hoşnut olmaması ve ondan ürpermesi doğaldır. Bir mahkum, serbest bırakıldığında tutuklandığı, işkence gördüğü ve aşağılandığı günleri hatırladığında tüyleri ürperiyorsa, o günleri hatırlamak ister mi? Yine, şiddetli ve uzun süren bir hastalığa yakalanıp ölümle burun buruna gelen bir kimse, hastalık günlerini hatırladığında hali kötüleşip rengi değişiyorsa, hastalıktan iyileştikten sonra hastalandığı o günleri hatırlamak ister mi?"[10]

Bilinmesi gerekir ki bu partizanlıkların, Allah Teâlâ'nın şeriatından yüz çeviren ve O'nun dînine kötülük edenlere, Allah Teâlâ'nın gönderdiği bir azaptır. 

Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: 

"(Ey Muhammed!) De ki:O, size üstünüzden (taş yağdırmak gibi) ya da ayaklarınızın altından (deprem veya yerin dibine geçirmek gibi) azap göndermeye ya da sizi birbirinize düşürüp kiminizin kiminizi öldürmesine ve kiminizin kiminize hıncını tattırmasına gücü yeter. (Ey Muhammed!) Bak! İyice anlamaları için âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz!"[11]


Peygamber(sallallahu aleyhi ve sellem) de bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Ey Muhâcirler topluluğu! Beş şey vardır, onlarla imtihan olduğunuz zaman (o toplumda hiçbir hayır kalmamış demektir.) Siz hayatta iken onların ortaya çıkmasından Allah'a sığınırım. (Bu beş şey şunlardır

l. Zina: Bir toplumda zina ortaya çıkar ve açıktan işlenecek bir hale gelirse, o toplumda mutlaka vebâ ve onlardan önce gelmiş-geçmiş hiçbir millette görülmeyen hastalıklar yayılır.

2. Ölçü ve tartıda hile: Bir toplum, ölçü ve tartıyı eksik yaparsa, o toplum mutlaka kıtlık, geçim sıkıntısı ve sultanın (yöneticinin) zulmüne uğrar. 

3. Zekat vermemek: Bir toplum, mallarının zekâtını vermezse, mutlaka gökten yağmur kesilir. Şayet hayvanlar da olmasaydı, tek damla yağmur bile yağmazdı. 

4. Ahdin bozulması: Bir toplum, Allah ve Rasülünün ahdini bozarsa, (düşmanla yaptığı anlaşmayı ihlal ederse) Allah Teâlâ, kendilerinden olmayan bir düşmanı o topluma musallat eder ve ellerindeki (servet)lerin bir kısmını onlar alır.

5. Allah'ın kitabı Kur'an ile hükmetmeyi terketmek: Bir toplumun imamları (yöneticileri), Allah'ın kitabı Kur'an ile hükmetmeyi terkedip Allah'ın indirdiği hükümlerden işlerine gelenleri seçerlerse, Allah Teâlâ onları kendi aralarında savaştırır (onları birbirine düşürür)."[12]


Bu partizanlıklar için bağnaz davranmak, -yahûdilerin yaptıkları gibi- başkalarında olan hakkı reddetmeye sebep olur..

Nitekim Allah Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmaktadır: 

"Onlara (yahûdilere): Allah’ın indirdiğine (Kur'an'a) îmân edin, denildiğinde (onlarBiz (sadece) biz(im peygamberlerimiz)e indirilenlere îmân ederiz, derler. (Allah'ın) ondan sonra indirdiğini ise, onlarla beraber tasdik edici olanı hak olduğu halde inkar ederler. (Kendilerine indirilen kitaplara gerçekten îmân etselerdi, o kitapları tasdik edici olan Kur'an'a îmân ederlerdi. Ey Muhammed! Onlara) De ki: Eğer siz, (Allah'ın size indirdiğine) îmân ediyorsanız, daha önce Allah'ın peygamberlerini niçin öldürdünüz?"[13]

Yine, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in hak olarak getirdiği şeyi, atalarını üzerinde buldukları şeye bağnazlıkları sebebiyle reddeden câhiliyet dönemi insanları da böyle yapmışlardır.

Nitekim Allah Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmaktadır:

"Onlara: Allah’ın indirdiğine uyun, denildiğinde (onlar, kendilerinden önceki müşrikleri taklit etmekte ısrar ederek şöyle dediler: Biz sizin dîninize uymayız.) Bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız! derler. Onlar, (Allah hakkında) hiçbir şey akıl etmeyen ve doğru yolu idrâk edemeyen atalarına mı uyuyorlar?"[14] 

Bu partizancılar, Allah Teâlânın insanlığa lütfettiği İslâm nimetinin yerine bu partizanlıkları geçirmek istemektedirler.

_______________________________________
[1] Bakara Sûresi: 14
[2] Nisâ Sûresi: 141
[3] Bakara Sûresi: 14
[4] Bakara Sûresi: 15
[5] Tevbe Sûresi: 119
[6] Hucurât Sûresi: 13
[7] Ebû Dâvûd.
[8] Tirmizî ve başkası rivâyet etmiştir.
[9] Âl-i İmrân Sûresi: 103
[10] Ebul-Hasen en-Nedevî'nin "Riddetun ve Lâ Ebâ Bekr'in Lehâ" adlı risâlesinden alınmıştır.
[11] En'âm Sûresi: 65
[12] İbn-i Mâce rivâyet etmiş, Elbânî de 'hadis, hasendir' demiştir.
[13] Bakara Sûresi: 91
[14] Bakara Sûresi: 170
-------------------------------------------------------------------
Resmi sitemiz :

Telegram kanalımız :

Facebook sayfamız :

Twitter hesabımız :

25 Haziran 2016 Cumartesi

Selef Alimlerinin Tagut hakkındaki görüşleri





İbni Cerir Taberi şöyle dedi: 

"Bana göre taguta verilecek en doğru mana; Allah-u Teâlâ'ya karşı haddini aşan ve Allah-u Teâlâ'dan başka kendisine zorla veya gönüllü itaat edip bağlanılarak ibadet edilendir. Kendisine ibadet edilen bu varlık bir insan olabileceği gibi şeytan, put veya herhangi bir şey de olabilir." (Taberi Tefsiri)


İmam Kurtubi şöyle dedi: 

"Tagut; kahin, şeytan ve sapıklıkta öncü olan kimselerdir." (Kurtubi Tefsiri c: 3 s: 282)

Kurtubi bir başka yerde şöyle dedi: 

"Tagutu reddedin", demek; "şeytan, kahin, put ve bunlar gibi Allah-u Teâlâ'dan başka ibadet edilen ve sapıklığa çağıran her şeyi terkedin" demektir." (Kurtubi tefsiri c: 9 s: 10)


İbni Teymiye şöyle dedi:

"Tagut Fa’lut kalıbında olup tugyandan türemiştir. Tugyan ise haddi aşmaktır. Bu ise zulüm ve haksızlıktır. Allah-u Teâlâ'dan başka kendisine ibadet edilen kişi, eğer buna razıysa tagut olmuştur.

(Tagutun tarifiyle ilgili burada sınır konulmasının sebebi Allah-u Teâlâ'dan başka kendilerine ibadet edilen nebi ve salih kişileri istisna etmek içindir. Zira onlar, hiç bir şekilde kendilerine ibadet edilmesine razı değildirler. Bu sebeble onlar tagut olarak isimlendirilmezler. Fakat bu kimselere ibadet eden kimseler reddedilir ve tekfir edilirler.) 

Bu sebeble Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, putları tagutlar olarak isimlendirmiştir. Sahih bir hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi: 

"Tagutlara ibadet edenler (ahiret gününde) tagutların peşine düşerler." 

- Allah-u Teâlâ'ya isyan konusunda, 

- Hidayet ve hak dinin dışında, 

- Kitab ve sünnete muhalif olarak; kendisine itaat edilip, bağlanılan her yol taguttur. 

Bu sebeble Allah-u Teâlâ'nın kitabı dışında hüküm veren ve kendisine muhakeme olunan kişiye tagut ismi verilmiştir. Firavun’a da işte bu sebeble tagut denilmiştir." (Fetvalar c: 28 s: 200)


İbni Kayyım şöyle dedi:

"Tagut; kendisine ibadet edilme, bağlanılma ve itaat edilme konusunda haddini aşan kul demektir. 

İnsanların tagutu; Allah-u Teâlâ ve rasulünün kanunlarıyla hükmetmeyen, Allah-u Teâlâ'dan başka kendisine muhakeme olunan, ibadet edilen ve Allah-u Teâlâ'nın emrine dayanmaksızın ve Allah-u Teâlâ'ya itaat etmeksizin zatı için tabi olunanlardır. İşte alemlerin tagutu bunlardır. 

Bunları düşünür ve insanların durumuna bakarsan, insanların çoğunun Allah-u Teâlâ'ya değil, tagutlara ibadet ettiğini, Allah-u Teâlâ ve rasulünün hükümlerine değil tagutların hükümlerine muhakeme olduğunu, Allah-u Teâlâ ve rasulüne değil, taguta itaat edip tabi olduklarını görürsün." (A’lamu’l Muvakkiin c: 1 s: 50)


Burada şunu ifade etmeden geçmeyeceğim: 

İbni Kayyım’ın, zamanındaki yani 700 sene önceki insanların çoğu hakkındaki görüşü böyleyse, bizim zamanımızın insanlarını görseydi acaba onlar hakkındaki görüşü nasıl olurdu?


İmam Şankıtiy şöyle dedi: 

"Özet olarak; Allah-u Teâlâ'dan başka ibadet edilen her şey taguttur ve bu konuda en büyük payı şeytan alır. Allah-u Teâlâ'nın şu ayette buyurduğu gibi:

"Ey Adem oğlu! Ben size, şeytana ibadet etmeyin diye bildirmedim mi?" (Yasin: 60) (Edva’ul Beyan c:1 s: 228)


İmam Abdurrahman el Batin şöyle dedi: 

"Tagut; Allah-u Teâlâ'dan başka ibadet edilenlerin, sapıklıkta öncü olanların, batıla çağıran ve onu iyi gösterenlerin hepsidir.

Allah-u Teâlâ ve rasulüne zıd olan hükümlerle insanlar arasında hüküm verenler, kahin ve sihirbazlar, sapık ve yalan hikayeler uydurarak insanları mezarlara ibadet etmeye çağıran mezar bekçileri, hizmetçileri ve koruyucuları aynı şekilde birer taguttur. 

Bu tagutların aslı ve en büyüğü ise şeytandır. Şeytan en büyük taguttur. Allah-u Teâlâ daha iyi bilir." (Ed-Durerus Seniye c: 2 s: 103)


Şeyh Muhammed Hamid el Fıkhi şöyle dedi: 

"Selef alimlerinin tagut hakkındaki sözlerinden şu anlaşılır: 

Tagut; Allah-u Teâlâ'ya ibadet etmeyi, dinde ihlaslı olmayı, Allah-u Teâlâ ve rasulüne itaat etmeyi engelleyerek başka yönlere sevk edendir. Bu, cin ve insanlardan şeytanlar olabileceği gibi, ağaç, taş ve başka şeyler de olabilir. 

İslam şeriatine muhalif kanunlarla hükmetmek, insanın kan, mal ve ırzları konusunda hüküm vermek için konulan bütün kanunlar, Allah-u Teâlâ'nın şeriati olan hadleri kaldıran, faizin, zinanın ve içkinin haramlığını iptal eden bütün beşeri kanunlar tagut kavramına girerler. Zaten böyle kanunların her biri başlı başına birer taguttur. 

Aynı şekilde yazan kişinin niyeti ne olursa olsun, ister bilerek yazsın isterse bilmeden yazsın, haktan ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’İn getirdiği şeriatten yüz çevirmek için yazılan her kitap da birer taguttur." (Fethül Mecid kitabında dipnot s: 282, Dar’el Kutubil İlmiyye)


Süleyman b. Sehman tagut hakkında şöyle dedi: 

"Tagut; 

- hüküm tagutu, 

- ibadet tagutu ve 

- itaat ve tabi olma tagutu olmak üzere üç türlüdür.." (Ed-Durerus Seniye c: 8 s: 272 mürtedin hükmü bölümü)

(Süleyman b. Mısli b. Sehman b. Hamdan b. Malik b. Amir El Hat’ami: Hat’am kabilesindendir. Essekka köyünde doğmuştur. Sekka Ebhe’ye bağlı bir köydür. Suudi Arabistan’ın güneyinde bulunan Asir vilayetine bağlıdır. Hicri 1266 yılında doğdu. Meşhur olan hocaları; Abdurrahman b. Hasen, Abdullatif b. Abdurrahman, Hamed b. Atik, Abdullah b. Abdullatif. Hicri 1331’de kör oldu ve 1349’da vefat etti.)


Yazılanların özeti olarak şöyle diyorum: 

"Tagut; ibadetle ilgili en basit meselelerde bile olsa, Allah-u Teâlâ dışında rızası sebebiyle kendisine ibadet edilendir. 

Sevgi, dostluk, düşmanlık, itaat, bağlanma, muhakeme olma, dua, korku, adak, namaz ve uluhiyyetle alakalı herhangi bir konuda kendisine ibadet edilen Allah-u Teâlâ dışındaki her varlık taguttur. 

Allah-u Teâlâ'nın şeriatine muhalif olan bütün kanun ve şeriatlerin her biri birer taguttur. 

Küfür, fesat ve sapıklıkta öncü olan herkes birer taguttur."





Resmi sitemiz :


Telegram kanalımız :

Facebook sayfamız :

Twitter hesabımız :

İslam-tr.net sitesine teşekkürler. 

MELEKLER MÜŞRİKLERE YARDIM ETMEZ.!!




Şeyh'ul İslam İbn Teymiyye başka bir yerde ise şöyle dedi:

"Şeytan sıklıkla kendilerine (Allah’ın yerine) dua edilen birilerinin suretinde belirir. Çoğunlukla bu (kendilerine dua edilen) kimseler vefat etmiş kimselerdir. Bazen, Şeytan yaşayan bir insanın suretinde, o kişi kendisinden istiğasade bulunanların olduğunun farkında dahi değilken, ortaya çıkar. (Allah’ın yerine) kendilerine yardım etmeleri için dua edilen aldatılmış Müşriklerin Şeytan’ın kendisi o işi yapmışken, o şahsın kendisinin (dualarına) karşılık verdiğini düşündürmek için, bu kişinin suretine bürünen, Şeytandır. Bu, insanları yardıma çağıran kafirlere oluyor. Diri olsun ölü olsun, onların yapabileceklerini düşündükleri kişiler örneğin Hıristiyanlar azizlerini yardıma çağırırlar. Yine kendilerinin müslüman olduklarını farzeden ve (Allah’ı değil de) diriyi ve ölüyü yardıma çağıran müşrik ve batıl ehline de olur. Şeytan onlara, yardıma çağırdıkları kişinin suretinde belirir. Bu (yardıma çağrılan) kimse, bu olup biten hakkında hiçbir şey bilmiyor. Bunun gibi, birçok insan bana istiğasede bulunduklarını söylediler. Herbiri beni başka olaylar hakkında bilgilendirdi. Onlara bütün dediğim, benim onların çağrılarına cevap vermediğim ve böyle şeylerden haberim olmadığıydı. Dediler ki: Belki bizlere yardım eden bir melekti. Bunun üzerine dedim ki: Melekler Müşriklere yardım etmez! Muhakkak ki o şeytan, saptırmak istiyor."

(Mecmu el-Feteva, 19/47-48)

Resmi sitemiz :

Telegram kanalımız :

Facebook sayfamız :

Twitter hesabımız :

24 Haziran 2016 Cuma

Süfyan’us Sevri'nin Abbad ibni Abbad ibni Havvas el-Arsufi'ye Nasihati












كَتَبَ سُفْيَانُ إِلَى عَبَّادِ بْنِ عَبَّادٍ: أَمَا بَعْدَ فَإِنَّكَ فِي زَمَانٍ كَانَ أَصْحَابُ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَتَعَوَّذُونَ أَنْ يُدْرِكُوهُ وَلَهُمْ مِنَ الْعِلْمِ مَا لَيْسَ لَنَا، وَلَهُمْ مِنَ الْقِدَمِ مَا لَيْسَ لَنَا فَكَيْفَ بِنَا حِينَ أَدْرَكْنَاهُ عَلَى قِلَّةِ عِلْمٍ وَقِلَّةِ صَبْرٍ وَقِلَّةِ أَعْوَانٍ عَلَى الْخَيْرِ وَفَسَادٍ مِنَ النَّاسِ وَكَدَرٍ مِنَ الدُّنْيَا، فَعَلَيْكَ بِالْأَمْرِ الْأَوَّلِ وَالتَّمَسُّكِ بِهِ، وَعَلَيْكَ بِالْخُمُولِ فَإِنَّ هَذَا زَمَنُ خُمُولٍ، وَعَلَيْكَ بِالْعُزْلَةِ وَقِلَّةِ مُخَالَطَةِ النَّاسِ فَقَدْ كَانَ النَّاسُ إِذَا الْتَقَوْا يَنْتَفِعُ بَعْضُهُمْ بِبَعْضٍ، فَأَمَّا الْيَوْمُ فَقَدْ ذَهَبَ ذَاكَ وَالنَّجَاةُ فِي تَرْكِهِمْ فِيمَا نَرَى، وَإِيَّاكَ وَالْأُمَرَاءَ أَنْ تَدْنُو مِنْهُمْ وَتُخَالِطُهُمْ فِي شَيْءٍ مِنَ الْأَشْيَاءِ، وَإِيَّاكَ أَنْ تُخْدَعَ فَيُقَالَ لَكَ تَشْفَعُ وَتَدْرَأُ عَنْ مَظْلُومٍ أَوْ تُرَدَّ مَظْلِمَةً فَإِنَّ ذَلِكَ خَدِيعَةُ إِبْلِيسٍ، وَإِنَّمَا اتَّخَذَهَا فُجَّارُ الْقُرَّاءِ سُلَّمًا، وَكَانَ يُقَالُ: اتَّقُوا فِتْنَةَ الْعَابِدِ الْجَاهِلِ وَالْعَالِمِ الْفَاجِرِ فَإِنَّ فِتْنَتَهَا فِتْنَةٌ لِكُلِّ مَفْتُونٍ، وَمَا لَقِيتَ مِنَ الْمَسْأَلَةِ وَالْفُتْيَا فَاغْتَنِمْ ذَلِكَ وَلَا تُنَافِسْهُمْ فِيهِ، وَإِيَّاكَ أَنْ تَكُونَ كَمَنْ يُحِبُّ أَنْ يُعْمَلَ بِقَوْلِهِ أَوْ يُنْشَرَ قَوْلُهُ أَوْ يُسْمَعَ مِنْ قَوْلِهِ، فَإِذَا تَرَكَ ذَاكَ مِنْهُ عُرِفَ فِيهِ، وَإِيَّاكَ وَحُبَّ الرِّيَاسَةِ فَإِنَّ الرَّجُلَ تَكُونُ الرِّيَاسَةُ أَحَبُّ إِلَيْهِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَهُوَ بَابٌ غَامِضٌ لَا يُبْصِرُهُ إِلَّا الْبَصِيرُ مِنَ الْعُلَمَاءِ السَّمَاسِرَةِ، فَتَفَقَّدْ نَفْسَكَ وَاعْمَلْ بِنِيَّةٍ، وَاعْلَمْ أَنَّهُ قَدْ دَنَا مِنَ النَّاسِ أَمْرٌ يَشْتَهِي الرَّجُلُ أَنْ يَمُوتَ وَالسَّلَامُ(Süfyan’us Sevri’nin kardeşinin oğlu) Hafs ibni Amr rivayet ediyor:

Süfyan, Abbad ibni Abbad'a bir mektup yazdı:

Emma ba’d:

Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ashabının –bizde olmayan ilim ve kıdem onlarda olduğu halde- o güne yetişmekten Allah’a sığındıkları bir günde yaşıyorsun!.. Peki ya bizim halimiz –o güne; ilimsiz, sabırsız, hayra yardım edenlerin azlığı, insanların fesada uğradığı (bozulduğu) ve dünyanın sıkıntıları ile... (yokluk içinde o güne kavuşmamız)- nasıldır? Sana düşen işin evveline tutunup ona sarılmandır.

Sana tanınmamayı tavsiye ediyorum zira bu zaman tanınmama zamanıdır.

Sana uzleti tavsiye ediyorum ve insanlarla az beraber olmanı; önceleri insanlar karşılaştıklarında birbirlerinden istifade ederlerdi. Bugün ise bu bitti, bugün kurtuluş insanları terketmekte.

Yöneticilerden sakın!.. Onlarla bir araya gelmekten, onların işlerinden sakın!.. Senin için “yardımcı oluyor, mazlumu savunuyor” veya “mazlumun hakkını geri alıyor” denilmesine aldanma!.. Zira bu İblis’in –facir kurraları yoldan saptırdığı- aldatmasıdır!.. Şöyle denirdi: “Cahil abid ve facir alimin fitnesinden sakının zira bunların fitnesi herkesi yoldan çıkarır!..

Bir mesele veya fetva ile karşılaştığında onu değerlendir ancak kimseyle rekabet etme!.. Sözüyle amel edilmesinden, sözünün neşredilmesinden yada sözünün dinlenilmesinden hoşlanan biri olmaktan sakın!.. Bunlar terkedildiğinde etkileri o kimsede görülür.

Liderlikten sakın!.. Zira liderlik kişiye altın ve gümüşten daha sevimlidir; liderlik, akıllı ve basiretli alimlerden başkasının sezemeyeceği gizli bir kapıdır.

Nefsini kontrol et ve (salih) niyetle amel et!.. Bil ki; insanlara öyle bir hayat yaklaştı ki, kişi ölmeyi arzu eder!..

Vesselam!..


Ebu Nu’aym, Hilyet’ul Evliya, 6/376-377 (terc, Sahabeden Günümüze Allah Dostları, 4/359-360)

Ayrıca şu eserlerde geçtiği ifade edilmektedir:

İbni Receb, Şerh Hadis Me Zi’ben, 53-54; Zehebi, Siyer A’lem’un Nubela; Hafız el-Mizzi, Tehzib’ul Kemal, 14/143

Resmi sitemiz :

Telegram kanalımız :

Facebook sayfamız :

Twitter hesabımız :

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in kulaklara küpe olacak sözleri



İbni Ömer (radiyallahu anhuma ecmain)’den rivayete göre, şöyle demiştir: 

Ömer (radiyallahu anh), Şam’ın bir bölgesi olan Cabiye’de bize bir Hutbe vererek şöyle konuştu: 

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in bize söylediği bazı şeyleri size söylemek üzere aranızdayım. O bize şöyle demişti: “Size Ashabım'ı sonra onların peşinden gelenleri sonra da onların peşinden gelenlerin yaşantılarını tavsiye ederim bunlardan sonraki nesillerde yalan yayılacaktır. O derece ki kendisinden yemin etmesi istenmediği halde insanlar yemin edecekler, şahidlikleri istenmediği halde insanlar yalan şahidliği yapacaklardır. Dikkat edin bir erkek bir kadınla tek başına kalmasın; üçüncüleri Şeytan'dır. İslam Cema'atinden ayrılmayın, ayrılıklardan sakının çünkü Şeytan cema'ate katılmayıp tek kalanlarla beraberdir. Cema'atten olan iki kişiden uzaktır. Kim Cennet'in en güzel yerlerinden köşk sahibi olmak isterse; İslam Cema'atinden ayrılmasın. Kimi, yaptığı iyilik sevindiriyor ve kötülükleri de üzüyorsa o kimse Mü’mindir.”

 (Tirmizi; İbni Mace; Ahmed, Müsned; Hakim; Kenz'ul Ummal, 1/1033)

Resmi sitemiz :

Telegram kanalımız :

Facebook sayfamız :

Twitter hesabımız :