telegram kanalmiza davetlisiniz: TELEGRAM.ME/AHADUNAHAD
_____________________________________________________________________________________
İslam Hukuku Açısından TEKFİR Şartları ve Ahkâmı
_____________________________________________________________________________________
İslam Hukuku Açısından TEKFİR Şartları ve Ahkâmı
Yazar: Faruk Furkan
Konu: Kişi Ne İle Müslüman Olur?
İbn-i Receb el-Hanbelî şöyle der:
“Kesin olarak bilinen şeylerden biride şudur: Peygamber sallallâhu aleyhi
ve sellem, İslam’a girmeyi isteyerek kendisine gelen kimseden yalnızca şehadeteyni
kabul eder ve bu sebeple onun kanını korur, kendisini Müslüman
addederdi.” "Câmiu’l-Ulûm ve’l-Hikem", sf. 118
İbn-i Ömer radıyallâhu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullâh sallallâhu
aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah'ın elçisi oldu-
ğuna şahitlik edinceye, namaz kılıncaya ve zekât verinceye kadar insanlarla
savaşmakla emrolundum. Şayet bunu yaparlarsa -İslâm'ın hakkı hariç- kanlarını
ve mallarını benden korumuş olurlar, hesaplarını görmek ise Allah'a
aittir.” Buhârî, Kitabu’l iman,17; Müslim, Kitabu’l iman, 20.
Ebu Hureyre radıyallâhu anh’den nakledilen diğer bir rivayette ise şöyle
geçer:
“Bana ‘Lâ ilâhe illallah’ deyinceye kadar insanlarla savaşmak emredildi.
Artık her kim ‘Lâ ilâhe illallah’ derse -İslam’ın hakkı müstesna- malını ve canını
benden korumuş olur. Artık onun hesabı Allah’a aittir. Müslim, Kitabu’l iman, 21.
İmam Nesâî’nin Sünen'inde ise şöyle bir farklılık vardır:
“Bana Allah’tan başka (hak) bir ilâhın olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın kulu ve Rasûlü olduğuna şahadet edene kadar müşriklerle savaşmak emredildi…” Nesâî, hadis no: 3903.
Hadis kitaplarında bu konuya ilişkin birçok rivayet bulmak mümkündür.
Maksat hâsıl olduğu için biz bu rivayetlerle iktifa ediyoruz.
Tüm bu hadisler yukarıda da söylediğimiz gibi Tevhid Kelimesi'nin ikrarının
İslam akdi için sabit olduğu, bu kelime ile insanların mallarını ve
canlarını koruma altına aldıklarını göstermektedir. Bununla beraber hadisin
zahirinde bir müşkilatın varlığı da aşikârdır. Zira verdiğimiz hadislerin
zahiri savaşı sadece Tevhid Kelimesi'ni ikrar etmeyen, namaz kılmayan ya
da zekât vermeyen kimselere hasretmekte, tevhid kelimesini ikrar edip namaz
kılan ve zekât verenler nübüvveti ya da ahireti inkar etseler dahi sava-
şılamayacağını göstermektedir. Halbuki Rasulullah'ın risaletini ikrar ettiği
halde risalet iddiasında bulunan taifelerle savaşılacağı hususunda sahabe
icması mevcuttur.
Diğer taraftan hadislerin zahirine göre bütün insanlarla bu şartlar tahakkuk
edene kadar savaşmak vaciptir. Ancak bilindiği üzere cizye ödeyen
ve anlaşma yapan bazı taifelerle savaşılmamaktadır. İşte hadislerin zahirinde
mevcut bu müşkilattan dolayı İslam alimleri tarafından hadis tevil edilmiş,
diğer naslarla beraber anlaşılmıştır. Bundan dolayı
Hafız İbn-i Hacer rahimehullah
"Rasulullah'ın risaletine şahitlik etme şartı onun getirdiği şeylerin
tamamına iman etmeyi gerekli kılar. Aynı zamanda hadiste geçen –
ancak İslam'ın hakkı müstesna- ifadesi bunların tümünü kapsamaktadır" İbn-i Hacer el-Askalânî, “Fethu’l-Bârî”, 1/114
dedikten sonra hadisin teviline dair 6 görüş getirmiştir. Bunlardan en çok
kabul gören yorum şu ikisidir:
Hadiste geçen "…insanlar…" ifadesinin orijinal metninin başındaki –
Elif Lam- harfi umum ifade eder. Buna göre her türlü kafir ve müşrik ifadenin
kapsamına girer. Ancak bu umum ifade diğer naslarla tahsis edilmiştir
İkinci olarak ise "…insanlar…" ifadesinin orijinal metninin başındaki – Elif Lam- ahdi zihni bildirir ki, bununla genel ifadeden özel bir şey yani ehli kitap dışındaki müşrikler kastedilmiştir.
Daha geniş bilgi için bkz. “Fethu’l-Bârî”, 1/114
Sonuç olarak hadisten anlaşılanın Tevhid Kelimesi La İlahe İllallah'ın
ikrarı ile İslam akdinin sabit olacağı kaidesi tüm toplumlar ve tüm fertler
için geçerli olmadığıdır. Bu noktada bir ayrım kaçınılmazdır. Yeryüzünün
neresinde ve hangi akideye sahip olursa olsun herkes sadece Tevhid Kelimesi'ni
ikrar etmekle Müslüman olarak addedilemez. Ayrıca kişi sadece
Tevhid Kelimesini ikrar etmekle Müslümanlara uygulanan hakların tamamını
da elde edemez. Buna karşılık bu kelimenin ikrarı kâfirlerin aleyhine
olan bazı hükümlerin –kılıç hükmü gibi- uygulanmasını durdur.
Konuya Dair İslam Âlimlerinin Görüşleri
Gerek seleften gerekse haleften konuya dair açıklamalarda bulunan İslam
alimlerinin tamamı yukarıda vermiş olduğumuz sonuç parağrafındaki
cümlelerimizi sarih bir şekilde eserlerinde belirtmişlerdir
İmam Hattabî der ki:
“Malumdur ki bununla ehli kitap değil putperestler
kastedilmiştir. Çünkü ehli kitap olanlar Allah’tan başka ilâh yoktur derler
de yine de onlarla savaşılır ve tepelerinden kılıç inmez.” Bkz. İmam Nevevî, “Şerhu Sahîhi Müslim”, 1/167
Kadı Iyâz der ki:
“Mal ve can dokunulmazlığının “La İlahe İllallah” diyenlere
mahsus oluşu imana icabetin ifadesidir. Bu sözle kastedilenler Arap
müşrikleri olan putperestler ve bir Allah’ı tanımayanlardır. İlk defa İslam’a
davet olunanlar ve bu uğurda kendileri ile harb edilenler bunlardır. La İlahe
İllallah kelimesini telaffuz edenlere gelince onların dokunulmazlığı için
yalnız “La İlahe İllallah” demeleri kâfi değildir. Çünkü onlar bu kelimeyi
küfür halinde iken söylemektedirler. Zaten Allah’ı birlemek onların itikatları
cümlesindendir.” Bkz. İmam Nevevî, “Şerhu Sahîhi Müslim”, 1/167.
İbn-i Battâl şöyle der:
“Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem bu babın
hadisini Allah’ı birlemeyen ve kendilerine “Lâ ilâhe illallah” denildiğinde
büyüklük taslayan putperestlerle savaş ortamında söylemiş ve bunun akabinde
onları Allah’ı birleyerek putları terk etmeye davet etmiştir. Onlardan
kim bunu ikrar ederse zahiren İslam’a girmiş oluyordu. Rasûlullâh sallallâhu
aleyhi ve sellem Allah’ı birledikleri halde kendi peygamberliğini kabul etmeyen
küfür ehli diğer insanlarla ise savaşını sürdürmüştür.” İbn-i Battâl, “Şerhu Sahihi’l-Buhârî”, 2/53
İmam Beğavî der ki:
“Bu tevhidi kabul etmeyen putperestler hakkındadır.
Böyleleri kelime-i tevhidi ikrar ederlerse onların Müslüman olduklarına
hükmedilir. Tevhidi kabul ettiği halde peygamberliği inkâr eden kimseye
gelince; bu kimse “Muhammed Allah’ın Rasûlüdür” demediği sürece sırf
“Lâ ilâhe illallah” demesi sebebiyle İslam’ına hükmolunmaz. “Muhammed
Allah’ın Rasûlüdür” derse o zaman Müslüman olur. Ancak bu kimse “Muhammed
yalnızca Araplara gönderilmiş bir peygamberdir” diyen kimselerden
ise Rasûlullâh’ın tüm insanlığa gönderildiğini ikrar edene kadar yine
İslam’ına hükmedilmez. Sonra ahirete inandığını ve İslam’ın haricindeki
tüm dinlerden uzak olduğunu ikrar etme noktasında imtihan edilmesi gü-
zel görülmüştür.” İmam Beğavî, “Şerhu’s-Sünne”, 10/243. 2562 nolu hadisin şerhi.
Bedreddin el-Aynî şöyle der:
“Hadisin zahiri müşrik(ler) hakkında söylendiğini
gösteriyor. Bir müşrik “Lâ ilâhe illallah” derse bununla, onun
Müslüman olduğuna hükmolunur. Şayet ölünceye kadar bu hâl üzere devam
ederse cennete gider. Fakat şahadet getiren kimse Allah'a inanıp da,
Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in Peygamberliğini tasdik etmez yahut
onun hassaten Araplara gönderildiğini iddia ederse sırf “Lâ ilâhe illallah”
demekle Müslüman olduğuna hükmedilmez. Mutlaka “Muhammedün
Rasûlüllah” demesi gerekir.” Bedreddin el-Aynî, “Umdetü’l Kari Şerhu Sahihi’l Buhârî”, 8/5970.
İmam Muhammed “es-Siyeru’l Kebîr” adlı değerli eserinin 4510. bendinde
şöyle der:
“Daha öncede belirttiğimiz gibi kâfir, üzerinde bulunduğu inancın hilafına
bir şeyi açığa vuracak olsa onun Müslüman olduğuna hükmedilir. Bu
konuda temel dayanak Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in “İnsanlar ‘Lâ
ilâhe illallah’ deyinceye kadar onlarla savaşmakla emrolundum” sözüdür.
Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem bunu söylemeyen putperestlerle savaştı.
Nitekim yüce Allah onlar hakkında şöyle buyurmaktadır:
"Çünkü kendilerine “Lâ ilâhe illallah=Allah’tan başka ilâh yoktur” denildiği zaman
kibirle direnirlerdi.” (Sâffât/35)
İmam Muhammed “es-Siyeru’l Kebîr” adlı değerli eserinin 4519. bentte de şöyle der:
“Bu gün Müslümanlar arasında yaşayan Yahudi ve Hıristiyanlardan biri
“Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasûlullâh” diyecek olsa, o bu sözü ile
Müslüman olmaz.”
Kitabı şerh eden büyük Hanefî âlimi İmam Serahsî ise bu metni şöyle
açıklar:
“Çünkü herkes biliyor ki aramızda yaşayan her Yahudi ve Hıristiyan
bunu söylemektedir. Kendisinden bu sözü ile ilgili açıklama istediğimiz
zaman: ‘Muhammed Allah’ın size gönderilmiş Rasûlüdür, İsrailoğullarına
değil’ derler…” “… O halde onlardan birinin Müslüman olduğuna hükmedebilmemiz
için bu söze ilave olarak kendi dininden teberri ettiğini (beri
olduğunu) da ifade etmesi gerekir. Mesela Hıristiyan ise ‘ben Hıristiyanlıktan
beriyim’, Yahudi ise ‘ben Yahudilikten beriyim’ demesi gerekir. Kendi inancına muhalif olan bu sözü ilave etiği zaman ancak Müslüman olduğuna
hükmedebiliriz.”
İmam Muhammed şöyle devam eder:
“Hıristiyan biri: “Allah’tan başka ilâh bulunmadığına şahitlik ederim,
ben Hıristiyanlıktan beriyim” dese bu sözle Müslüman olmaz.”
İmam Serahsî bu bendin şerhinde der ki: “Olabilir ki bu sözüyle Yahudiliğe
girdiğini anlatmak istemektedir… Ancak kişi, bu sözü söyledikten
sonra İslam’a girdiğini belirtirse, söz konusu ihtimal ortadan kalkmaktadır.
Artık o kimse Müslümandır.” Bkz. “Şerhu’s-Siyeri’l-Kebîr”, 4510. madde ve devamı.
Burada oldukça dakik bir nükteye dikkat çekmek isterim. İbn-i Abidin
“Haşiye"sin'de İmam Serahsi’nin bu sözünü zikrettikten sonra şöyle der:
“Bir putperest ‘Ben Müslümanım, Muhammed’in dini üzerindeyim…’
derse bu sözü ile Müslüman olur. Aynı şekilde bizim beldemizdeki Yahudi
ve Hrıstiyanlarda bu sözleri ile Müslüman olurlar. Zira bizim beldemizdeki
Yahudi ve Hristiyanlar (kendi dinleri üzerinde iken) ‘Ben Müslümanım’
demezler. Nitekim onlar bir işi yapmamaya azmettikleri zaman ‘Eğer böyle
yaparsam Müslüman olayım’ derler.” Haşiyetu İbn-i Abidin 4/228
Burada dikkat çekmek istediğim
husus şudur: Yukarıda vermiş olduğum nakillerde İmam Muhammed ve
İmam Serahsi bir Yahudi ve Hrıstiyan’ın “Ben Müslümanım” demesiyle
Müslüman olmayacağını belirtirlerken aynı mezhepten olan İbn-i Abidin
zahiren muhalif bir fetva vermektedir. İmam Muhammed ve İmam Serahsi’nin
fetvalarının illeti o dönemde yaşayan Yahudi ve Hrıstiyanların kendi
dinleri üzerinde iken “Ben Müslümanım” demeleridir. İbn-i Abidin’in fetvasının
illeti ise kendi döneminde ve kendi beldesinde yaşayan Yahudi ve
Hrıstiyanların bu lafzı kullanmamalarıdır. Bundan anlaşılan ise şudur: Bir
kimsenin Müslüman olarak kabul edilebilmesi için, Müslüman olmadan
önce taşıdığı akidenin önemi büyüktür. Bu noktada temel kural İmam Muhammed'in
de yukarıda vermiş olduğumuz sözünden anlaşılacağı üzere
kişinin mevcut akidesini terk ettiğini ortaya koyan söz ve ameli ile Müslü-
man olarak isimlendirilebileceğidir. Nitekim bunun açıklaması olduça geniş
bir şekilde bir sonraki başlığımızda ele alınacaktır.
Burada son olarak İmam Tahavi'nin konuya dair oldukça nefis açıklamalarına
yer vermek isterim.
İmam Tahavi konu hakkında yukarıda vermiş
olduğumuz bilgilerin benzerlerini zikrettikten sonra şöyle der:
"Kafir bir kimse, Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın
Rasulü olduğuna şahitlik getirmedikçe, İslam'ın dışındaki bütün dinleri
reddedip onlardan uzak kalmadıkça Müslüman olmaz, onun lehine ve
aleyhine İslam'ın hükümleri tahakkuk etmez. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem) kendisine İslam'ın alametine dair soru sorulunca Muaviye b. Hayde'ye
"Kendimi Allah'a teslim ettim ve (onun dışındaki her mabuddan)
uzaklaştım deyip namazı dosdoğru kılman, zekatı vermen, müşrikleri bırakıp
Müslümanlara katılmandır" diye cevap verdiğine, terk edip uzaklaşmak
ise bütün dinleri terk edip Allah'a yönelmek olduğuna göre, bununla İslam'ın
dışındaki her türlü inançtan uzaklaşmayan kimsenin sadece bu kadarı
ile İslam'a girdiğinin bilinmeyeceği de sabit olmaktadır. İşte bu İmam
Ebu Hanife'nin, Ebu Yusuf'un ve Muhammed'in de –Allah'ın rahmeti hepsinin
üzerine olsun- görüşüdür." "Şerhu Meâni'l Âsar", 5/212-213
Yukarıda "Ayrıca kişi sadece Tevhid Kelimesini ikrar etmekle Müslü-
manlara uygulanan hakların tamamını da elde edemez. Buna karşılık bu
kelimenin ikrarı kafirlerin aleyhine olan bazı hükümlerin –kılıç hükmü gibiuygulanmasını
durdur" sözümüze dair
İbn-i Hacer'in şu sözünü de nakletmek
yerinde olacaktır:
"Bu hadiste La İlahe İllallah diyen bir kimsenin –buna başka bir şey ilave etmese dahi öldürülmesinin engelleneceğine dair bir delil vardır. Bu böyledir ancak kişi sırf bununla Müslüman olur mu? Tercih edilen görüşe göre bununla Müslüman olmaz. Denenene dek öldürmekten el çekmek gerekir." İbn-i Hacer el-Askalânî, “Fethu’l-Bârî”, 13/392
Sonuç olarak üstte Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’den naklettiğimiz
hadislerde yer alan “insanlarla savaşmakla emrolundum” ifadesinde ki
“insanlar”dan kasıt tüm ulemaya göre putperest Arap Müşrikleridir. Zaten
bu, İmam Nesâî’nin rivayetinde açıkça ifade edilmiştir. Bkz. Nesâî, 3903 nolu hadis.
Hadislerin yorumuna dair âlimlerden yaptığımız alıntılar ise son derece
önemlidir. Onların tamamı “Lâ ilâhe illallah” şahadetini -putperestler
gibi- aslen onu kabul etmeyen kimseler hakkında geçerli saymışlardır.
Haddi zatında onu kabul ettiği halde halen şirk inançlarında devam eden
kimseler hakkında ise bu kelimeyi onların İslam’ı için yeterli görmemişler,
bununla beraber üzerlerinde bulundukları şirki reddeden sarih ifadeler
kullanmalarını da şart koşmuşlardır.
Burada bazı noktalara işaret etmekte fayda vardır.
1-) Allah’ın Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem kendisine gelen müşriklerden
sadece “Lâ ilâhe illallah” demelerini onların Müslüman olmaları için yeterli
görüyordu. Bunun nedeni ise “Lâ ilâhe illallah” şahadetinin içerdiği harflerin
söylenmesi ile İslam’a alamet değil bilakis şirkten tevbe etmeye sembol
oluşuyla İslam’a alamet olmasıdır. Bkz. “Güncel İtikat Meseleleri”, sf. 18
Yani o zamanın insanı bu kelimeyi telaffuz
ettiğinde bununla üzerinde bulunduğu akideyi terk ettiğini ilan etmiş
oluyordu. Bu nedenle de Hz. Rasûlullâh onları Müslüman kabul ediyor ve
hem canlarını hem de mallarını güvence altına alıyordu. Daha sonraki dö-
nemlerde aynı kelimeyi telaffuz ettiği halde üzerinde bulunduğu şirk akidesini
terk etmeyen insanların türemesi sonucu Rasûlullâh’ın varisleri olan
müctehid âlimler bu meseleyi ele almış ve şirk halinde “Lâ ilâhe illallah”
diyen kimselerin İslam’ını geçerli saymamışlardır. Bu noktada Kadı Iyaz’ın
tespitini tekrar hatırlatmakta gerçektende çok yarar vardır.
Ne diyordu o
değerli İmam?
“La İlahe İllallah kelimesini telaffuz edenlere gelince onların dokunulmazlığı
için yalnız “La İlahe İllallah” demeleri kâfi değildir. Çünkü onlar bu
kelimeyi küfür halinde iken söylemektedirler. Zaten Allah’ı birlemek onların
itikatları cümlesindendir.” Bkz. İmam Nevevî, "Şerhu Sahîhi Müslim", 1/167.
Haydar Hatipoğlu şöyle der:
“Onlar (yani Ehl-i Kitap) tevhid kelimesini Müslümanlığı kabullenmek
üzere getirmezler. Putlara tapanlar ise Allah’a bir takım ortaklar koşarlar ve
bunların hepsinin ilâh olduğunu söylerler. Bu itibarla putlara tapan müşrikler
Tevhid kelimesini getirmekle Müslümanlığı kabul ettiklerini itiraf etmiş
olurlar.” Haydar Hatipoğlu, "İbn-i Mâce Şerhi", 10/133.
2-) Üstte Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’den nakledilen hadisler de bazı
farklılıklar vardır. Bu hadislerin bazısında insanların sadece “Lâ ilâhe
illallah” demelerini yeterli görmüşken bazılarında da “Muhammedün
Rasûlullâh” demelerini şart koşmuştur. Diğer bazı rivayetlerde de bu iki
şarta ilaveten bizim kıldığımız gibi namaz kılmayı, bizim kıblemize yönelmeyi
ve bizim kestiklerimizi yemeyi de ayrıca zikretmiştir. Bu farklılıkların
sebebi ise İmam Taberî ve başka âlimlerin belirttiğine göre şöyle izah edilebilir:
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem birinci şartı, haddi zatında Allah’ı birlemeyen
müşriklere getirmiştir. İkinci şartı, Lâ ilâhe illallah’ı kabul ettiği
halde Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in peygamber oluşunu inkâr edenlere şart koşmuş. Üçüncü şartı ise, bunların her birini kabul ettiği halde İslam’ın
emir ve yasaklarına boyun eğmeyenlere getirmiştir.
Bu taksimattan anlaşıldığına göre, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem her
insanın eksik olduğu noktayı tespit ediyor ve onun bu eksikliğini giderme
adına onun için şartlar getiriyordu. Örneğin Lâ ilâhe illallah’ı kabul eden
birisinin Müslüman olabilmesi için ona “Lâ ilâhe illallah de” demiyor; aksine
böylesi biri için “Muhammedün Rasûlullâh” demesini zorunlu kılıyordu.
Ya da şehadeteyni kabul ettiği halde İslam’ın ahkâmına boyun eğmeyenlere
hükümlere itaat etmelerini şart koşuyordu. Bu da gösterir ki, bizlerinde
aslen “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasûlullâh” dediği halde hayatından
şirki atamamış insanlara Müslüman muamelesi yapabilmemiz için onların
şirki reddeden cümlelerini duymamız gerekmektedir. Bu, hadislerden elde
edilen güzel bir çıkarımdır.
3-) İmam Serahsî ve Aynî gibi âlimlerin belirttiği üzere, Allah’ı birleyip
Rasûlullâh’ı kabul ettiği halde şirk içerisinde olan bir insan “Lâ ilâhe illallah
Muhammedün Rasûlullâh” dese, böylesi birine Müslüman hükmü verebilmemiz
için kesinlikle onun ağzından var olan şirkini reddeden bir cümle
duymamız gerekmektedir, aksi halde ona İslam hükmü veremeyiz.
İmam Aynî der ki:
“Âlimlerimizin çoğunluğu “Lâ ilâhe illallah Muhammedün
Rasûlullâh” diyen ehli kitap birisinin İslam’ının sahih olabilmesi
için şehadeteyni telaffuz etmesinin yanı sıra birde “İslam dininin dışındaki
tüm dinlerden beri oldum” demesini şart koşmuşlardır…” Bedreddin el-Aynî, “Umdetü’l Kârî Şerhu Sahihi’l-Buhârî”, 8/5971.
Tüm bu nakillerden sonra diyoruz ki; bu gün “Lâ ilâhe illallah Muhammedün
Rasûlullâh” dedikleri halde şirk bataklığında boğulmuş, hayatlarının
geneli küfür üzere olan, yaşantılarına helal ve haram sınırlarını Allah’tan
başkalarının çizdiği, tâğuta kul ve köle olmuş insanların bu kelimeyi
söylemiş olmaları neticesinde kendilerine, İslam’ı yakînen sabit olmuş Müslümanlara
yapılan muamelenin aynısının yapılması son derece tutarsızdır.
Bir kere bunların bizim nezdimizde İslamlarının sabit olması için kesinlikle
kelime-i şehadeti telaffuz ediyor olmaları yeterli değildir; çünkü onlar bu
kelimeyi -Kadı Iyaz’ın da belirttiği gibi- küfür ve şirk halinde de söylüyorlar.
Bizim onların İslamlarını kabul etmemiz için kelime-i Tevhidi ikrar etmelerinin
yanı sıra birde şirk akidelerinden uzaklaştıklarını gösteren açık
karinelere şahit olmamız gerekmektedir. Bu karineler olmaksızın onlara
İslam hükmü vermemiz ve bu tezimizi de Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’den
nakledilen hadislere dayandırmamız hadislerin maksat ve muradını
göz ardı ederek zahire yapışmamızdan başka bir şey olmaz. Üstte görüldüğü üzere “Lâ ilâhe illallah” diyen hatta buna “Muhammedün Rasûlullâh”
cümlesini ekleyen Kitap Ehli kimselere ulemadan hiç birisi -sırf bu şahadeti
sebebi ile- Müslüman hükmü vermemiştir. Onların Kitap Ehli olması ile
asrımızdakilerin hüküm açısından hiçbir farkı yoktur. Onlar Rasûlullâh’ın
nübüvveti noktasında şirke düşmüşken bu günküler Allah’ın en bariz hakkı
olan “teşri” hakkını kendilerinde görerek veya bu hakkı insanoğluna vererek
şirke düşmüşlerdir. Her iki taifenin de ortak noktası şirktir. Aralarında
illet birliği olduğundan dolayı onların ehl-i kitap olması, bunların ise kendilerini
İslam’a nispet etmesi sonucu değiştirmez.
İmam Muhammed der ki:
“Kim daha önce üzerinde bulunduğu bilinen itikadının aksini ifade
edip (Müslümanlık iddiasında bulunursa) onun İslam’ına hükmedilir.” “Şerhu’s-Siyeri’l-Kebîr”, 4510. madde.
Bizim, akidesi bozuk olan ve şirk içerisinde hayatlarını idame ettiren
insanlara İslam hükmü vermemiz -İmam Muhammed’in de belirttiği gibiiçinde
bulundukları itikadın hilafına bir şey ortaya koymalarından sonra
mümkündür. Örneğin Hâkimiyeti Allah’ın elinden alıp başkalarına veren
ve Allah’ı göklere hapsedip yeryüzünde ilâhlık taslayan çağdaş Firavunlara
itaat eden birisinin bizler yanında Müslüman muamelesi görebilmesi için
bu inancından vazgeçtiğini izhar etmesi ve bizimde bunu bir şekilde öğ-
renmesi gerekmektedir. Aksi halde sapkın itikadının hilafını izhar etmediği
için sırf kelime-i şahadet getiriyor diye tarafımızca onun İslam’ına hükmedilmesi
söz konusu değildir.
Bu hususu dile getirmemizin gerekçesi ise; kitabın ilerleyen sayfalarında
detaylıca ele alınacak olan tekfir kaidelerinin bu gibi insanlar üzerinde
uygulanmayacağı, aksine bu kaide ve kuralların uygulanabilmesi için kişinin
kesinlikle ve kesinlikle yakînen İslam’a girmiş ve şirkten tamamen kendisini
arındırmış birisi olmasının zorunlu olduğunun bilinmesidir. Bu mesele
iyice anlaşılmadan tekfir meselesi hakkında kesinlikle isabetli bir sonuca
varmış olamayız. İsabetli bir sonuç elde etmek istiyorsak, şirk üzere hayatlarını
sürdüren insanlarla bir maniden dolayı şirke düşmüş muvahhid Müslümanları
muhakkak birbirinden tefrik etmeliyiz. Bu tefrik edilmeden ne
tekfir meselesi vuzuha kavuşacaktır ne de insanların hükmü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder