15 Aralık 2016 Perşembe

Hafız Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzi’nin Oğlu Ebu’l-Kasım Bedreddin Ali İbnu’l-Cevzi’ye Nasihatı

Dikkat et ey oğul!

– Kendi nefsin için mazide yaptıklarından pişmanlık duy.

– Hala vaktin varken kemale ermişlere ilhak etmek için çok çalış.

–Hala yaşken ağacını sula ve boşa harcadığın zamanı hatırla, bu sana yeter.

–Zaman geçtikçe tembelliğin lezzeti gitti ve  faziletlerin mertebelerine erişildi.

–Allah onlara rahmet etsin selef tüm faziletleri severdi ve onlardan sadece birtanesini bile kaçırdıklarında ağlarlardı. 

İbrahim ibn Edhem Allah ona rahmet etsin dediki:
Bir keresinde hasta olan bir abidin ziyaretine gittik ve onu ayaklarına bakarak ağlarken bulduk. ‘
–Sana ne oldu (niye) ağlıyorsun? diye sorduğumuz soruya: ‘
–Allah yolunda kirlenmediler!..’ diye cevapladı.

Başka biri ağladı ve ona: ‘
–Sen niçin ağlıyorsun?’ denildi.
–O da şöyle cevapladı: ‘Oruç tutmadan geçen güne ve kıyama durmadan geçen geceye ağlıyorum!..’

Bil ki oğlum, gün saatlerden oluşur ve saatler de aldığın nefeslerden oluşur. Her nefes hazinedir,boşa (hayır elde etmeksizin) nefes (alıp) vermekten sakın. Kıyamet Günü’nde boş hazineyi görüdüğünde pişman olursun.

Adamın biri Amir ibn Abdu'l-Kays’a demiştiki:
"Dur seninle konuşmak istiyorum.’
–O da cevaben demişki: ‘Güneşi tut (zamanı durdur da seninle öyle konuşayım)!..’

Ma’ruf (el-Kerhi) Allah ona rahmet etsin yanında oturan insanlara dediki:
"Kalkmak istemez misiniz? Şüphesiz Melek el-Şems (Güneş meleği) onu (güneşi) sürüklüyor ve hiç usanmıyor (zaman akıp gidiyor)!..’

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadisde şöyle buyurmaktadır:
"Kim Subhanallahi ve bihamdihi (Allah'a hamd eder olduğum halde O'nu noksanlıklardan tenzih ederim) derse; onun için Cennette bir hurma ağacı dikilir.’’

(Tirmizi; Nesai, Amel el-Yevm ve el-Leyl; İbni Ebi Şeybe, Musannef; İbni Hibban, Mevarid; Hakim, el-Mustedrek ale’l-Sahihayn; Ebu Ya’la)
Zamanını zayi ederek kaçırdığın hurma ağaçlarının sayısını bir düşün!..

Selef zamanını değerlendirirdi. Kehmes (ibni el-Hasan el-Temimi) her gün ve gecede (bir günde) 3 kez Kur’an’ı hatmederdi.

Seleften 40 kişi sabah namazlarını yatsı namazı için aldıkları abdestle kılarlardı.

Rabia (el-Adeviyye) gece (ibadet eder) uyumazdı. Sabah vakti olduğunda biraz uzanırdı ve hafiften içi geçmişken korkuyla kalkar ve kendine şöyle derdi: ‘(Kalk!) kabirde uyku uzundur!.."

Sayd'ul Hatir" kitabı "Hatırlı Satırlar"

Türkçe Kaynak :-›
http://www.almuwahhid.org/mobil/risale.php?id=720

Arapça -› http://shamela.ws/index.php/book/12028
http://shamela.ws/browse.php/book-12028#page-819

Telegram.me/ahadunahad

5 Aralık 2016 Pazartesi

“La-ilahe illallah Diyen Birisini Ne Yaparsa Yapsın  Tekfir Edemeyiz”, Diyenlerin Çelişkileri

.
.
.
.
.
Ebu Butayn rahmetullahi aleyhi - EL-İNTİSAR Lİ HİZBİLLAH’İL MUVAHHİDİN– ⚠️ “La-ilahe illallah Diyen Birisini Ne Yaparsa Yapsın 
Tekfir Edemeyiz”, Diyenlerin Çelişkileri ⚠️
---------------------------

⚠️ “La-ilahe illallah Diyen Birisini Ne Yaparsa Yapsın 
Tekfir Edemeyiz”, Diyenlerin Çelişkileri ⚠️

İnsanların çoğunun bu büyük kelimenin manasına nazar etmekten (bakmaktan ve öğrenmekten) yüz çevirmesi en büyük musibetlerdendir. Öyle ki onlardan çoğu bu kelimenin nefiy ve isbat içeren manasına dair bilgisizliğinden dolayı “bizler La-ilahe illallah diyen birisine ne yaparsa yapsın bir şey diye￾meyiz” diyecek duruma gelmiştir. 

Bunu söyleyen kimsenin çelişkiye düşmesi kaçınılmaz ol￾masına rağmen şayet ona; ‘La-ilahe illallah deyip de, Muhammed bin Abdillah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in risaletini (Allah’ın elçisi olduğunu) ikrar etmeyen biri hakkında ne dersin?’ denilse, onun tekfirinde duraksamaz. Aynı şekilde iki şehadet kelimesini ikrar ettiği halde, ölümden sonra dirilişi inkâr eden (biri hakkında ne dersin? denilse) onun tekfirinde de duraksamaz. Ya da zinayı, livatayı veya bu ikisine benzer şeyleri helal sayan veya beş vakit namaz farz değildir veya ramazan orucu farz değildir diyen (hakkında ne dersin)? Böyle söyle￾yenin küfre gireceğini kabul etmesi kaçınılmazdır. İşte bu durumda nasıl oldu da La-ilahe illallah sözü ona fayda vermedi ve küfre girmesine engel olmadı?

Birisi tevhidi ortadan kaldıran ameli işlediği zaman ise ki bu Allah’u Te’ala’dan başkasına ibadet etmektir; o da büyük günahların en büyüğü olan büyük şirktir şöyle derler:
“O kimse La-ilahe illallah demektedir, dolayısıyla onun tekfir edilmesi caiz olmaz, çünkü o Kelime-i Tevhidi telaffuz etmektedir.” Lakin cehaletin ve taklidin afeti bunu (çelişkiyi) gerektirir.
------------------------------
Genel Kaynak : El İntsar sf44,45

Telegram kanalmıza davetlisiniz

1 Aralık 2016 Perşembe

Rububiyet Tevhidini Kabul Etmek Müslüman Olmak İçin Yeterli Değildir

Ebu Butayn rahmetullahi aleyhi - EL-İNTİSAR Lİ HİZBİLLAH’İL MUVAHHİDİN –Rububiyet Tevhidini Kabul Etmek Müslüman Olmak İçin Yeterli Değildir
----------------------------
Rububiyet Tevhidini Kabul Etmek Müslüman Olmak İçin Yeterli Değildir

Rububiyyet tevhidini ikrar etmeye gelince;
Allah Subhanehu’nun her şeyin yaratıcısı,meliki ve müdebbiri (idarecisi,düzenleyicisi) olduğunu ikrar etmektir.Bu husus hem müslümanın hem de kâfirin ikrar ettiği kaçınılmaz bir şeydir.Lakin kişi, bunu ikrar etmekle taki Rasullerin kendisine davet ettiği ve müşriklerin ikrar etmekten yüz çevirdikleri,müslümanı şirkten (ve şirk ehlinden); cennet ehlini,cehennem ehlinden ayrıştıran İlahlık Uluhiyyet tevhidini yerine getirinceye kadar,müslüman olmaz.Allah Subhanehu,Kitabı’nda birçok yerde müşriklerin rububiyyet tevhidini ikrar ettiklerini haber vermiştir.Allah Subhanehu onların rububiyyet tevhidini ikrar etmelerini, onların uluhiyyet tevhidinde (ilahlığı, ibadeti sadece Allah’u Te’ala’ya
has kılma hususunda) şirk koşmalarına karşı bir hüccet kılmıştır.

Allah Subhanehu şöyle buyurmaktadır
“De ki: Gökten ve yerden size rızık veren kimdir?
Kulak ve gözlere hükmeden kimdir?
Ölüden diriyi çıkaran; ölüyü de diriden çıkaran kimdir?
Her işi düzenleyen kimdir?
Onlar: Allah’tır! diyecekler. O halde de ki: O’na karşı gelmekten sakınmaz mısınız?
İşte sizin gerçek Rabbiniz Allah budur.” (Yunus 10/31-32)

el-Bekriyy’uş Şafii.¹ tefsirinde,bu ayet hakkında şöyle demiştir:
“Sen eğer ki, ‘bunu ikrar
ettikleri halde nasıl oluyor da putlara ibadet ediyorlar?’
dersen,şöyle derim
Müşriklerin hepsi putlara yaptıkları ibadetin,Allah’u Te’ala’ya ibadet etmek ve ona yaklaşmak olduğuna i’tikad ediyorlardı,lakin onların bu hususta gittikleri muhtelif yollarvardı.

Bir fırka şöyle derdi:
“Biz azametinden (yüceliğinden) dolayı Allah’u Te’ala’ya,vasıtalar (aracılar) olmadan ibadet etmeye ehil değiliz;biz onlara,bizi Allah’u Te’ala’ya daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.”

Aynı şekilde başka bir fırka ise:
“Melekler, Allah’u Te’alaindinde seçkindirler;biz de bu yüzden (bizi) Allah’u Te’ala’yadaha çok yaklaştırsınlar diye meleklerin görünüşü şeklinde￾putlar edindik.” demekteydiler.

Başka bir fırka ise şöyle derdi:
“Ka’be’nin Allah’u Te’ala’yaibadet için bir kıble oluşu gibi,bizler de ibadet hususunda putları kendimiz için birer kıble edindik.”

Bir fırka da şöyle i’tikad etmekteydi:
“Her putun,Allah’u Te’ala’nın emriyle,ona vekâlet eden bir şeytanı vardır.Kim o puta hakkıyla ibadet ederse; o şeytan,Allah’u Te’ala’nın emriyle,onun isteklerini yerine getirir.Aksi takdirde o putun şeytanı o kimseye,Allah’u Te’ala’nın emriyle, musibet bulaştırır.”

İbn Kesir rahmetullahi aleyhi Allah subanehu ve teale'nin :
“Allah’tan başka veliler edinenler,biz onlara sadece bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz(derler).” (Zümer 39/3) ayeti hakkında şöyle demiştir:
“Onları bu velilere ibadet etmeye sevkeden şey şu idi:
Onlar kendi iddialarına göre Allah’u Te’ala’ya yakınlaştırılmış meleklerin suretleri şeklinde edindikleri putlara yöneldiler.Böylece meleklere ibadet konumunda olmak üzere bu suretlere ibadet ettiler.Böylelikle onların kendilerine yardım etmeleri ve karşı karşıya kaldıkları çeşitli dünya işleri için şefa’at(aracılık) etmelerini sağlamak istediler.

Zeyd bin Eslem ve İbnu Zeyd’den naklen Katade,Süddi ve Malik, “.(biz onlara) sadece bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz (derler).” (Zümer 39/3) ayetini şöyle açıklamaktadırlar:
“Bize şefa’at etsinler ve Allah’u Te’ala katında derece bakımından bizi O’na yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.”.²

Allahu Teale şöyle buyurmuştur:
“Eğer onlara ‘Gökleri ve yeri kim yarattı’ diye soracak olursan, elbette onları Aziz ve Alim olan Allah yarattı diyeceklerdir.” (Zuhruf 43/9)

“Andolsun, onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan elbette, ‘Allah’ derler.Öyleyken nasıl döndürülüyorlar?” (Zuhruf 43/87)

“Onların çoğu, Allah’a ortak koşmadan iman etmezler.” (Yusuf 12/106)

İbnu Abbas Radıyallahu Anhuma ve başkaları şöyle demiştir:
“Onlara gökleri ve yeri kim yarattı diye sorarsan, ‘Allah’tır diyeceklerdir. Buna rağmen Allah ile beraber başkasına ibadet ederler.”.³

Bu ayette geçen imanı, onların rububiyyet tevhidini ikrar etmeleri;şirki ise Allah’u Te’ala’dan başkasına ibadet etmeleri olarak tefsir ettiler ki bu da ulûhiyet tevhidinin ihlal edilmesidir.
-----------------------------
¹ – Ebu Butayn rahmetullahi aleyhi derki :
bu ismi geçen zat hakkında dipnotta şöyle bir açıklamada bulunmuştur:
“Tabakat’ul Mufessirin” adlı eserde Şafii mezhebinden olup da Bekri lakabıyla anılan sadece iki isimden başkasını bulamadım.Bunlardan birisi “Fahruddin er-Razi” olarak meşhur olmuş Muhammed bin Ömer bin Hasen’dir. Bu zat selefin yoluna muhalif olan Eşarilerin imamlarından ve kelamcıların büyüklerindendir. 606H yılında vefat etmiştir.
İkincisi ise Ali bin Yakub bin Cibril’dir ki bu şahıs Şeyh’ul
İslam İbnu Teymiyye Mısır’a geldiği vakit ona karşı çıkmış ve eziyet etmiştir.724H yılında vefat etmiştir. (Davudi, Tabakat’ul Mufessirin, 1/440, 2/215) İfade uslubu Razi’yi daha çok anımsatsa da bu ibareler Razi Tefsiri’nde bulunamamıştır.

² – İbnu Kesir, Tefsir, 7/75.

³ –  Taberi,Tefsir, 16/286-289.

Genel kaynak: EL-İNTİSAR Lİ HİZBİLLAH’İL MUVAHHİDİN sf31,32,33,34
----------------------------
Telegram.me/ahadunahad

28 Kasım 2016 Pazartesi

La İlahe İllallah’ın Manasını Bilmek,Kulun Üzerindeki İlk Vacibtir

Ebu Butayn rahmetullahi aleyhi - EL-İNTİSAR Lİ HİZBİLLAH’İL MUVAHHİDİN  – La İlahe İllallah’ın Manasını Bilmek,Kulun Üzerindeki İlk Vacibtir
–––––––––––––––––
La İlahe İllallah’ın Manasını Bilmek,Kulun Üzerindeki İlk Vacibtir

Allah Subhanehu kullarına La ilahe illallah (kelimesinin)manasını bilmelerini ve Allah’u Te’ala’dan başka ibadete layık,hak ilah olmadığını bilmelerini farz kılmıştır.

Allah’u Te’ala şöyle buyurmuştur:
Bil ki Allah'tan başka ibadete layık,hak ilah yoktur.. (Muhammed 47/19)

İmam Buhari bu ayeti şu bab (konu) başlığı altında zikretmiştir:“İlim, Söz ve Amelden Önce Gelir Babı”...bkz.Buhari,Sahih, İlim Kitabı,11.bab

Böylece işaret etmektedir ki La ilahe illallah (kelimesinin) manasını bilmek ilk vacip olan husustur.Ondan sonra,söz ve amel gelir

Allah’u Te’ala şöyle buyurmuştur :
“İşte bu, insanlara bir tebliğdir.Onunla uyarılsınlar ve ancak O’nun tek ilah olduğunu bilsinler diye.” (İbrahim
14/52)

(Dikkat edilirse) Allah’u Te’ala bu ayette; “O’nun tek ilah
olduğunu söylesinler” demedi (bilakis “O’nun tek ilah olduğunu bilsinler” dedi)

Allah’u Te’ala şöyle buyurmuştur:
“Eğer size karşılık vermezlerse, onun ancak Allah’ın ilmi ile indirilmiş olduğunu ve O’ndan başka ibadete layık,hak ilah olmadığını bilin! Artık müslüman oluyor
musunuz?” (Hud 11/14)

Yani: Allah’u Te’ala’dan başka ibadete layık,hak ilah olmadığını bilin!..

“Ancak bilerek hakka şahitlik edenler müstesna, onların Allah’tan başka dua ettiklerinin, şefa’at etmeye güçleri yoktur.” (Zuhruf 43/86)

Müfessirler derler ki:
“Allah’u Te’ala’dan başka ilah olmadığına şahitlik edenler müstesna ki onlar dilleri ile şehadet getirdikleri hususları kalpleri ile bilirler.”... bkz.İbnu Kesir,Tefsir,7/229;Kurtubi, Tefsir, 16/122.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Her kim Allah’tan başka ibadete layık,hak ilah olmadığını bilerek ölürse, cennete girer.”
----
Sahih-i Müslim 26; Müsnedu Ahmed, 1/509, 464; Nesai, Amel’ul Yevmi ve’l Leyl,1114-1115; İbnu Ebi Şeybe, el-Musannef, 3/238; Hakim,el￾Müstedrek, 1/351; ed Dulabi,el-Kuna,1/129 ve ayrıca Suyuti’nin ed￾Durr’ul Mensur,6/63’de belirttiği üzere İbnu Hibban ve Beyheki,Osman bin Affan Radıyallahu Anh’dan rivayet etmişlerdir.

Âlimler bu ve buna benzer ayetlerden insanın üzerine ilk
vacip olan şeyin ma’rifetullah (Allah'ı bilmek) olduğu hususunu istidlal etmişlerdir. Bu ayetler şuna delalet eder:
La-ilahe illallah kelimesinin manasını bilmek, farzların en büyüğü; bu kelimenin manasının ilmine dair eksiklik ise cehaletin en büyüğüdür.Bu kelimenin manasını öğrenmek vaciblerin en büyüğü olduğuna göre,buna dair cehalet ise cehaletin en büyüğü
ve en çirkinidir.
_____________________________
Telgram kanalmızda oku -› https://telegram.me/ahadunahad/1522

25 Kasım 2016 Cuma

Şeyhülİslam Muhammed bin Abdul-Vehhab rahmetullahi aleyhi şöyle demiştir.:

Durer'us Seniyye, 2/22 vd.

⚠️ İSLAM DİNİNİN ASLI ⚠️

Şeyhulislam Muhammed bin Abdilvehhab diyor ki:
➡️ İslam dininin aslı ve kaidesi iki önemli hususu ihtiva etmektedir.

  BİRİNCİSİ
➡️ Tek olan, ortağı olmayan Allah'a (Celle Celaluhu) ibadet edip insanları buna davet etmek, dostluğu velayeti bunun üzerine bina etmek, bunu terk edenleri de tekfir etmektir.

İKİNCİSİ
➡️ Allah'a ibadet hususunda şirkten sakındırmak ve bu hususta sert 
davranmak; düşmanlığı bundan dolayı yapıp, onu (yani şirki) işleyenleri tekfir etmektir. Bu sayılan esaslara muhalefet edenler çok çeşitlidir: 

1⃣ – Bunların muhalefet bakımından en şiddetli olanları, bu hususların hepsine birden muhalefet edenlerdir.

2⃣ – Onlardan bazıları ise sadece Allah (Celle Celaluhu)’ya ibadet eder, fakat şirki reddetmez ve de şirk işleyenlere düşmanlık göstermez.

3⃣– Onlardan bazıları ise şirk işleyenlere düşmanlık gösterir, fakat 
onları tekfir etmez.

4⃣– Onlardan bir kısmı tevhidi sevmez, fakat ona buğz da etmez.
 
5⃣– Onlardan bir kısmı tevhid ehlini tekfir etti ve bu yaptıklarını 
salih kimselere sövme olarak isimlendirdi.

6⃣– Onlardan bir kısmı hem şirke buğzetmez hem de onu sevmez.

7⃣– Onlardan bir kısmı şirki bilmez, dolayısıyla inkar da etmez.

8⃣– Onlardan bir kısmı da tevhidi bilmez ve de inkar da etmez.

9⃣– Bu kimselerin en tehlikeli olanları ise; tevhid’le amel eden, fakat 
onun kıymetini ve değerini bilmeyen ve de tevhidi terk edenlere 
buğzetmeyen ve onları tekfir etmeyenlerdir. 

1⃣0⃣ Onlardan bazıları; şirki terk eder, onu çirkin görür ve inkar 
eder, fakat şirkin kötülüğünü bilmez ve de şirk ehline düşman olmaz, onları tekfir etmez.

Bu sayılan kimselerin hepsi Allah (Celle Celaluhu)’ın nebilerine gönderdiği tevhid dinine muhalefet eden kimselerdir.”

Telegram kanalmızda oku

18 Kasım 2016 Cuma

Ebced

KİTAB'ın ADI : Fethu´l Mecid
ala Şerhu Kitabi´t Tevhid

KİTAB'ın YAZAR'ı : Abdurrahman b. Hasan  (Muhammed bin Abdul-Vehab'ın torunu)

EBCED (hesablanmış rakamlarla geleceği görmek)
〰 〰 〰 〰 〰 〰 〰 〰 〰
İbn Abbas (radiyallahu anhu) da ebced yazanlar ve müneccimlik yapanlar hakkında:
"Kıyamette Allah katında hiç bir menfaatleri olmayacaktır." demiştir.
(Heysemi-Mecmeu'z-Zevaid: 5/117)

İbn Mesud'tan (radiyallahu anhu) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
"Nice ebced harfleri öğretenler (veya nice Ebu Cad'ın yıldızlarla ilgili harflerini öğretenler) var ki, Kıyamet gününde bunların Allah katında bir nasipleri yoktur."
(Taberani, 11/14, Elbani, Daifu'l-Camia: 418)

Ondan da Hamd b. Zencuye şu lafızla rivayet etmiştir:
"Nice yıldızlara bakanlar ve ebced (Ebu Cad'ın) harflerini öğrenenler var ki, onlar için Allah katında bir nasip yoktur."
(Taberani, 11/14, Elbani, Daifu'l-Camia: 418)

"Ebu Cad'ı" yazmak, gaybı bilirim iddiasıyla öğrenim yapmaktır. Buna Harf bilgisi de denir. Bunun hakkında büyük 
tehditler vardır. Ancak bu ebced hesapları, hecelemek ve cümle kurmak maksadıyla yapılırsa sakıncası yoktur. Müşrik 
deccaller bu ilmi Cafer Sadık'a nisbet ederler. Bu konuda küfre varan bir hayli sözleri vardır. Böyle bir şey ancak Rafızilerin uydurmasıdır. Onlar selefleri olan yahudilere katılmışlar, İslamı yıkmak için bu yolu seçmişlerdir.
"Yıldızlara bakanlar..." Yani bunun bir tesiri olduğuna inananlar demektir. Bu mesele yakında anlatılacaktır. Burada batıl ehlinin elindeki bilgilere aldanmamak gerektiği anlatılmıştır.

Allah (celle celaluhu) şöyle buyuruyor:
"Rasulleri kendilerine apaçık belgeler getirdiği zaman, onlar, yanlarında olan ilimden dolayı sevinip böbürlendiler de, 
kendisini alay konusu edindikleri şey, onları sarıp kuşatıverdi."
(Mümin: 40/83)
〰 〰 〰 〰 〰 〰 〰 〰 〰
Telegram kanalmızda oku

14 Kasım 2016 Pazartesi

Mücahidin Bilmesi Gereken Hükümler (1-ci Hükm)

KİTAB : İbn Nehhas-Cihad s379,380

⚠️ Mücahidin Bilmesi Gereken Hükümler  (1-ci Hükm) ⚠️

İmamın veya tayin edilen amirin izni olmadan savaşmak haram 
değil, mekruhtur. Bu kerahetten de şu durumlar istisna edilmiştir:

Birincisi;
«Savaşmak isteyen kişi veya grup izin istemeye gittiklerinde 
hedefleri kaybolacaksa izinsiz savaşmaları mekruh değildir. »

İkincisi;
«Eğer imam cihadı terk etmiş, o ve askerleri dünya işlerine dalmışsa (günümüzde durum aynen böyledir) savaşmak isteyen kişi veya gruplar için mekruhluk söz konusu değildir. Çünkü onlar ihmal edilmiş 
bir farzı yerine getirmektedirler.» 

Üçüncüsü;
«Savaşmak isteyen kişi izin alamıyorsa ve izin istese de 
izin alamayacağı kanaatinde ise onun için de kerahet söz konusu değildir.»¹

İbnu Kudame el-Hanbeli şöyle demiştir:
«“İmamın yokluğunda cihad tehir edilemez. Çünkü cihadın maslahatları tehir edilmesiyle kaybolur.”» ²

Komutanın ordusuyla veya askerleriyle kaçmamak üzerine biatlaşması sünnettir. Çünkü Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de Hudeybiye senesinde böyle yapmıştır.
«Öncü kuvvetler çıkarması, düşmana karşı casuslar göndermesi, perşembe günü sabah yola çıkması, sancaklar oluşturması ve her bölüğü 
bir sancak altında toplaması, birbirlerini öldürmesinler diye her bölük için belli bir alamet koyması ve cihad meydanına savaş düzeniyle girmesi 
sünnettir.Zayıfların yardımına koşması, iki tarafın karşılaşma anında dua etmesi, insanları savaş, sabır ve sebata teşvik etmesi, savaşı öğle sıcağından sonraya veya rüzgar kesilinceye kadar ertelemesi sünnettir.»³

İmam Kurtubi
« “Ey iman edenler! Düşman ordusuyla karşılaştığınızda 
sebat edin ve Allah'ı çokça zikredin! Umulur ki felah bulursunuz.”» ⁴
ayetinin tefsirinde şöyle demiştir:
«“Bu zikrin hükmü, gizli olmasıdır. Çünkü zikreden yalnız başına ise savaşta sesi yükseltmek kötü ve mekruhtur. Ancak saldırı sırasında grup 
halinde iseler ses yükseltmesi güzeldir. Çünkü düşman askerlerine korku salar.» 
-------------------------------
¹- Muğnil Muhtac, 4/220 
²- El-Muğni, 10/374.
³- Muğnil Muhtac, 4/220.
⁴- (8 Enfal/45)

Yukarıdaki yazının neresine tiklarsanızsa Telegram kanalımıza girecektir

11 Kasım 2016 Cuma

Hakk diye Batıldan tutunanlar için

Bazı müslümanlar Hakkı aramadıkları için yerinde sayıyor aşağıdaki söz aynen hakkı aramayıb hakk gibi görünen batıldan tutunanlar içindir... Allah tüm müslümanları islah etsin.. Amin
________________________________
“Eğer senin kalbin marufu tanıyamaz, münkeri de inkar etmezse asıl o zaman helak olursun.”

Musannef İbn Ebi Şeybe 10/174, Ebu Nu3aym Hilye 1/135

Telegram kanalımız tıkla

6 Kasım 2016 Pazar

Beş Esas (Muhammed bin Abdul-Vehhab r.a-den) facebook ve telegram linkleri

Es Selamun Aleykum ve Rahmetullahi ve Beraketuhu müslüman kardeşlerim...

"Muhammed bin Abdul-Vehhab rahmetullahi aleyhi'nin - Cevahirul Mudiyye isimli kitabından / BEŞ ESAS bölmünü paylaştık inşeAllah aşağıda Facebook'ta ve Telegram'da paylaştıklarmızın linklerini vericez isteyen okuya bilir...!!!

FACEBOOK
Beş Esas (1-ci bölüm) -› tıkla
-----
Beş Esas (2-ci bölüm) -› tıkla
-----
Beş Esas (3-cü bölüm) -› tıkla
-----
Beş Esas (4-ci bölüm) -› tıkla
-----
Beş Esas (5-ci bölüm) -› tıkla
-----------------------------
TELEGRAM
Beş Esas (1-ci bölüm) -› tıkla
-----
Beş Esas (2-ci bölüm) -› tıkla
-----
Beş Esas (3-cü bölüm) -› tıkla
-----
Beş Esas (4-ci bölüm) -› tıkla
-----
Beş Esas (5-ci bölüm) -› tıkla

Allah’ın izni ile elimizden geldiğince doğru yola davet ediyoruz eğer sayfamızın, kanalımızın, sitemizin, hesabımızın yanlışı varsa "Yalnışımızı gösterenden Allah razı olsun"
Es Selamun Aleykum ve Rahmetullahi ve Beraketuhu...

13 Ekim 2016 Perşembe

Paraya, pula, elbiseye kul olanlar bedbaht olsun!

#parapulsevgisi

Ebu Hureyre'den (radiyallahu anh)
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurmuştur ki: 

"⚠️Paraya, pula, elbiseye kul olanlar bedbaht olsun! ⚠️

Böyle çıkar düşkünü kimseye işlediği hayrın bedeli verilirse memnun olur, verilmezse Allah'ın takdirine kızar. Böyle kimseler hem bedbahttırlar hem de bir işe yaramazlar. Ayaklarına diken batsa çıkarmaya güçleri yetmez. Ne mutlu o kimseye ki, Allah yolunda cihad için atının dizginlerine sarılmış, saçı başı perişan, ayakları toz içindedir. Eğer nöbet beklemekte ise tam manasıyla bekler, cephede ise tam manasıyla savaşır. Bu kimse bir meclise girmek için izin istese küçük görülüp kendisine izin verilmez. Bir hususta şefaat edecek olsa şefaati kabul edilmez."

( Buhari Cihad: 70, İbn Mace Zühd: 8. 188)

BU HADİS HAKKINDA ŞEYHUL İSLAM İBN TEYMİYYE'NİN AÇIKLAMASI

"Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) böyle kişileri altının, gümüşün, ipeğin, kadifenin kölesi diye adlandırmış, aynı zamanda onlar için beddua olan ifadeyi de haber lafzıyla zikretmiştir. Bu da:

"Taise, İntekese ve iza şike fela intekaşe" ifadeleridir. İşte bu, başına bir kötülük isabet edip de bundan çıkıp kurtulamayanın durumudur. Çünkü adam tökezleyip helak olmuş, yıkılıp kalmıştır. Artık istediğini elde edememiş ve bir türlü de kötülükten kendisini kurtaramamıştır. İşte bu, mala tapanın halidir. Bu kişinin durumu şu ifadelerle dile getirilmiştir:

"Eğer verilirse memnun kalır, verilmeyip de engellenirse kızar." Allah (Celle Celaluhu) şöyle buyuruyor:

"Eğer (anlaşma yapan) bir kavmin ihanet edeceğinden kesin olarak korkarsan, sen de açık ve adil bir tutumla onlara anlaşmalarını bozduğunu bildir. Gerçekten Allah, ihanet edenleri sevmez." (Enfal: 8/58)

Bunların hoşnutlukları Allah'tan (Celle Celaluhu) başkası içindir. Aynı şekilde kızıp öfkelenmeleri de öyledir, kızarlarsa Allah (Celle Celaluhu) için değil, Allah'tan (Celle Celaluhu) başkası için kızarlar. Nitekim riyaset, şekilcilik ve benzeri heva ve heveslerin peşinden koşturanların durumu da böyledir. Eğer istediklerini elde ederlerse memnundurlar, elde etmezlerse öfkeli ve kızgındırlar. Bu kimseler heva ve isteklerinin kölesidirler ki, hevaları neyi isterse ona göre hareket ederler. Çünkü gerçek anlamda kölelik ve kulluk, kalbin köleliği ve kulluğudur. Kalp neye köle ve kul olma peşinden koşuyorsa o şeyin kölesi ve kuludur.

İşte yukarıda anlatıldığı gibi, mal peşinde koşturan kimsenin hali de böyledir. Çünkü mal da kişiyi kul ve köle haline getirir. Anlatılan bu şeyler iki türlüdür. Kul bu ikisinden birine muhtaçtır. Tıpkı yeme, içme, evlenme, barınak edinme vb. şeylere muhtaç olduğu gibi.
Bu kimse Allah'tan (Celle Celaluhu) ister ve O'na rağbet eder. Adeta binmekte olduğu merkebe olan ihtiyacı gibi yanındaki mala da ihtiyaç duyar ve onu ihtiyaçlarında tıpkı binek gibi değerlendirir. Ya da mal onun için adeta üzerinde oturduğu ve ihtiyaç duyduğu minderi gibidir. Böyle bir şeyi kullanmak yadırganamaz; ama sonuçta bu onu sabırsızca mal biriktiren bir kimse konumuna getirir.

Diğerinde ise, mal kulun ihtiyaç duymadığı şeyler içindir. Kulun kalbini bu şekilde mala bağlaması doğru olmaz. Eğer kul buna kalbini bağlarsa, giderek bunun kölesi konumuna düşer. Oysa birinci durumda muhtaç olduğu için onları elde etmek için sabırsızlıkla onu kazanmaya çalışır. İkincisinde ise böyle değildir. Dolayısıyla bu ikinci durumda kul, ihtiyaç duymadığı şeylere düşkün olmakla adeta onun kölesi durumuna gelir de, bunu kazanmak için Allah'tan (c.c) başkasına dayanıp itimad eder. Bundan böyle kendisinde Allah (Celle Celaluhu) için gerçek anlamda kul olabilmenin bir anlamı kalmaz,hakiki manada Allah'a (Celle Celaluhu) tevekkül de olmaz. Bu durumdaki bir kimse de adeta Allah'tan (Celle Celaluhu) başkasına ibadet etme ve Allah'tan (Celle Celaluhu) başkasına tevekkül etme gibi bir konuma düşer. Bu anlamda bir ibadet ve tevekkül şubesi oluşturur. İşte böyle bir kimse yukarıda geçen hadisin ifade ettiği gerçek hükmün içerisinde yer alır.

İşte bu kimse hadiste belirtilen şeylerin kulu ve kölesi konumuna düşmüştür. Bu kimse istediklerini Allah'tan (Celle Celaluhu) istese de, bunların kulu kölesi olmuştur. Çünkü Allah (Celle Celaluhu) istediklerini verince memnun kalır, vermeyince öfkelenir. Oysa gerçek manada Allah'a (Celle Celaluhu) kul olan bir kimse, Allah'ın (Celle Celaluhu) razı olup memnun olduğu şeyden memnun kalır, Allah'ın (Celle Celaluhu) kızdığı ve memnun kalmadığı şeye o da kızar ve memnun kalmaz. Allah (Celle Celaluhu) ve Rasulü'nün (sallallahu aleyhi ve sellem) sevdiğini sever, Allah (Celle Celaluhu) ve Rasulü'nün (sallallahu aleyhi ve sellem) buğzettiğine de buğzeder. Allah'ın (Celle Celaluhu) velilerine dost, düşmanlarına da düşman olur. İşte bu durumdaki kimseler imanlarını kemale erdiren kimselerdir."

[Abdurrahman bin Hasan, Fethul Mecid, 3. bölüm, KİŞİNİN, AMELLERİYLE DÜNYAYI İSTEMESİ]

Azeri paylaşımlarımız için ↙️
@haqqinyolu

3 Ekim 2016 Pazartesi

İki İslami Grubun Çarpışacağı Haberi


El A'rac aracılığıyla Ebû'z Zinad Ebû Hüreyre (radiyallahu anh)tan Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem ) şöyle buyurduğunu anlatır:

«İki büyük grup birbiriyle savaşmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Aralarında büyük bir çarpışma
olacaktır. Her ikisinin da'vası da bir (islam davası) olacaktır.»

–Yine kıyamet kopmadan hepsi de
peygamberlik iddia eden otuz kadar yalancı Deccal çıkacaktır.
–Yine kıyamet kopmadan ilim ruhu
öldürülecek,
–zelzeleler çoğalacak,
–zaman yaklaşacak,
– fitne ortalığı kasıp kavuracak,
–ölüm demek olan
Herec çoğalacak.
–Yine kıyamet kopmadan aranızda mal çoğalıp artacak, hatta mal sahibi, "zekatımı kabul
eden olacak mı" tasasına düşecek. Hatta zekatını birine teklif edecek de teklif edilen adam: "Artık benim
mala iştahım kalmadı." diyecek.
–Hatta kıyamet kopmadan insanlar bina yapma yarışma çıkacak.
–Kıyamet kopmadan (öyle kötü günler gelecek ki) birinin kabrinden geçen adam: "Keşke bunun yerinde ben
olaydım." diyecek.
–Kıyamet kopmadan Güneş battığı yerden doğacak. Doğunca bütün insanlar onu görüp
topyekün iman edecekler, halbuki daha önce iman etmemiş veya imanında hayır kazanmamışsa kişiye bu
sıradaki imanı fayda vermeyecek.
–Elbette kıyamet kopacaktır.
– Kişi devesini sağıp dönecek ama onu yemeye vakit bulamayacak.
–Kişi havuzunu yapıp sıvasını bitirecek ama içine su doldurmadan kıyamet
kopacak.
–Kişi ağzına yemeğini götürüp onu yiyemeden kıyamet kopacaktır.

Hadisi Buharı rivayet etmişti;

K A Y N A K L A R :

Buharı 61/25. 92/25;
Müslim 157:
Müsned 2/313, 3/95;
Beyhakî Delâil 6/41S. Müellif hadisin başını almışsa da biz önemine binaen
Buharı'den metni tam veriyoruz. Ayrıca bak.: Abdürrezzak Musannef 1s65s;
Beyhakî Delâil 6/41S;
Humeydi Müsned 749;
Beğavi Sünne 10/229. 15/38.

9 Eylül 2016 Cuma

Allahla Yetinme

Sufyan-ı Sevrî, Ca'fer b. İyâs- Said b. Cübeyr isnadıyla Abdullah b. Abbas (radıyallahu anh )tan şöyle nakleder:

"Alaycılara karşı sana biz kâfiyiz" (Hicr ayet 95) ayetindeki alaycıların

Velîd b. Muğîre, el Eseved b. Abdiyeğûs ez Zuhri, Esed b. Abdüİuzza oğullarından Ebû Zama el Esved b. el Muttalib, Haris b. Aytal es-Sehmi, ve Âs b. Vâil idi.

Cebrail (aleyhisselam) geldiğinde Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) bu adamları şikayet etti ve Velîd'i Cebrail (aleyhisselam) a gösterdi.

Cebrail de Velîd'in kolu içindeki "el Ebcel" denen damarına işaret etti. "Ne yaptın?" deyince "Ona karşı korunuldun" dedi.

Sonra Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem ona el Esvedi gösterdi.
Cebrail onun gözlerine işaret etti. "Ne yaptın" diye
sormasınada "Ona karşı korundun" dedi.

Sonra Ebû Zem'a'yı gösterdi. Cibril onun kafasına işaret etti.
"Ne yaptın?" demesinede "ona karşı konrunuldun" dedi.

Sonra ona el Hâris'i gösterdi. Cibril onunda
başına ve karnına işaret etti ve "ona karşı korunuldun dedi.

(As b. Vâil ona uğramıştı. Onun da tabanına
işaret etti. Efendimizin ne yaptın demesinede "Ona karşı korundun" dedi.)

BAKALIM İŞARET EDİLEN YERLERE NE OLDU.?

1.) Velîd b. Muğîre'ye gelince O Huzâ'a kabilesinden kendisine ok ucu sivriltiveren birine uğradı da bu
oklardan biri onun işaret olunan damarına saplanıp kesti.

2.) Esved b. Muttalibde kör oldu.

3.) Esved bAdiyeğüs ise başında bir yara çıkarak iyileşemeyip öldü.

4.) Haris b. Aytal da karnında sarı su toplanmahastalığına tutulup bu su ağzından gelmeye başlayınca ölüp gitti.

5.) El Âs ta başına şıbrıka denen dikenli
bir hicaz otu batıp her tarafı şişerek öldü.

Bu haberi rivayet eden bir başkası bu Âss'in Taife giderken
bindiği eşeğin tökezliyerek
onu şıbrıka dikeninin Üzerine düşürüp oradan tabanına batan bir dikenle Öldüğünü söyler.

Bu sahih birhadistir
_____________________________
Kaynakları:

İbni İshak Sire 273 Beyhakî Delâii 2/317-318 Ebû Nı'ıaym Deiâil 1/91
Belâ-zuri Ensabül Eşraf 1/154 Ravdii'l Unf 2/167

Bazı rivayetlerde bu alaycıların sekiz kişi olduğu yazılıdır. Müellif buraya beşini aldı. Diğerleri şunlardır.

1- Mâlik b. Talâtıla b. Anır b. Gubşân Bu alçağa Rasülullah (sallallahu aleyhi ve sellem ) beddua etmişti. Cebrail onun karnınısıkıp barsaklarını patlatıp öldürdü.

2- Hakem b. Ebî'I Âs b. Ümeyye. Bu da Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)in ardından giderek ağzını burnunu eğerek istihza ederdi. Mekke fethinde yalandan
İslam'a girdi. Birgün Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem ) ailesinin yanındayken içeri baktı. Efendimiz öfkeyle çıkıp şu kertenkeleden beni ma'zur kılacak kimse
yokmu ? Eğer onu yakalasaydım gözünü oyardım'' buyurup beddua etti. sonra onu Medine'den sürdü. Ömer (radıyallahu anh )'ın vefatına kadar sürgün olup
Medine'ye giremedi.

3- Ebû Leheb Efendimizin en amansız düşmanı. Efendimiz giderken üzerine pis şeyler atardı. Bir gün Hamza görmüş ve attığını alıp kafasına
çarpmış ti. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Hz. Aişe'nin naklettiği bir hadiste

"ben ikişerli komşu, Ebû Leheb ile Ukbe b. Muayt arasında idim." der
Bir gün Ebû Leheb eziyet etsin diye oğlu Uteybe'yi gönderdi. Rasülullah (sallallahu aleyhi ve sellem ) o geldiğinde Ben Neml suresini okuyordum. Utbe "ben Necmin
Rahbini kabul etmem" dedi. Efendimiz de "Allah sana kendi köpeklerinden birini belâ etsin" dedi. Şam diyarında Huvran denen yerde
arkadaşları arasında uyurken bir aslan gelip adamları koklayarak ona geldi ve parçaladı. Son sözü "ben demedimmiydi Muhammed insanların en
doğru sözlüsüdür" demek oldu.

Bu herifin karısı Ummü Cemile de işkencecilerdendi, diken toplayıp Peygamberin yoluna serpen ve bu yüzden "Hammâlete'l Hatab" diye Allah
(Celle Celaluhu) tarafından tel'in edilen bu kadındı. Ebû Leheb ile karısı hakkında "Tebbet" suresi indirilmiştir.

İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam 326-327

6 Eylül 2016 Salı

Ehl-i Sünnetin Maturidi’ye Bakışı:


Şeyh Muhammed bin Saleh el Müneccid

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-: “Bu ümmetin 73 fırkaya ayrılacağı ve -biri hariç- hepsinin cehenneme gireceğini...” bildirmiştir.

Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-,kurtulacak olan fırkanın (Fırka-i Nâciye) “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat” yani, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ve ashâb-ı kiram gibi yaşayanların olacağını beyan etmiştir.

Şüphesiz, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat -Kitap ve Sünnete, ilim ve amel olarak tam bağlı olanlar-  işte onlar; Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ve Sahâbe-i Kiram'’ın -Allah onlardan râzı olsun- yoluna tâbi olmaları ve hem ilim, hemde amel bakımından onların sıfatlarıyla muttasıf olmaları sebebiyle  “Kurtuluşa Erenler”dir.

Bir ferdin veya bir topluluğun, Sahâbe-i Kiram ve Tâbiîn'in temsil ettiği Selef-i Sâlihin akidesine muhâlefet ederek ve yalnızca sünnete tâbi olması, Firka-i Nâciye’den sayılabilmesi için yeterli değildir. Bilakis; ilim, amel, düşünce ve yaşayış bakımından, onların hayat anlayışını tatbik etmek gerekir.

Maturidiye’nin, savundukları arasında hak olan sözler de, bâtıl ve sünnete muhalif olanlar da vardır. Bilinmektedir ki, bu tür fırkalar, hakka olan yakınlık ve uzaklıkları bakımından farklılıklar arz ederler. Sünnete en yakın olan, hakka ve doğruya en yakın olandır.Bazıları çok büyük meselelerde sünnetle çelişir, başka bazıları çok hassas konularda sünnetle çelişirler.Bir kimse, sünnete bağlılık konusunda kendisinden daha uzak olan gruplara karşılık verirse, bu kişinin; bâtıla sessiz kalmaması ve hakkı söylemiş olması, davranış olarak güzeldir.Fakat bu karşı çıkışta bazı gerçekleri inkâr etmiş ve bazı bâtıl sözler söylemiş olduğundan haddini aşmış olur.Böylece, (derece bakımından) daha küçük bir bidatle, daha büyük bir bidati ve (derece bakımından) daha hafif bir bâtıl ile bir bâtılı savmış olur.İşte, Ehl-i Sünnete mensup bir çok kelâmcının hali böyledir....” (Fetava Şeyhul-İslam İbn-i Teymiyye 1/348)

Burada, çok önemli bir konu daha vardır, o da:

Diyobendiler ve benzerlerinin akaidde (tabi oldukları) Maturidiye’ye karşı tavrımız ne olmalıdır?

Bunun cevabı, kişilere göre değişiklik gösterir:

Bu kimselerden, inatçı olanların ve de bid’atlerini yayanların uyarılması ve sapkınlığının ve dalaletinin kendisine ifâde edilmesi gerekir. Bid’atini yaymayan, doğruyu arama eğiliminde olduğu gözlemlenen ve bu yönde arayış içinde olanların ise,inançlarının yanlış olduğu beyan edilerek, doğru inanç esaslarına yönlendirilmesi gerekir.Umulur ki böylece, Allah kendisini hakka döndürür... Bu nasihat, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in şu sözünün gereğidir.

“Din nasihattir.”

Kim için?

“Allah için, Kitabı için, Resulü için ve Müslümanların önde gelenleri ve avamı içindir.” (Müslim; hadis no: 55)

Telegram.me/ahadunahad

İslamqa.info sitesine teşekkürler

4 Ağustos 2016 Perşembe

Bidat'la mücadele Cihaddır.!




ŞEYHU'L-İSLÂM AHMED İBN TEYMIYYE 


Evet, bid'at ehline karşı çıkan, mücâhiddir.

Nitekim Yahya b. Yahya şöyle derdi:

"Sünnet'i müdâfaa etmek, bilfiil savaşa katılıp cihâd etmekten daha faziletlidir". Çünkü böyle bir mücâhid, siyâsetinde ve yaşıyışında adalet üzere olabilir de, olmayabilir de; onda bâzan fısk-u fücur bulunabilir.

Nitekim Peygamber Efendimiz buyurmuşlardır ki:

"Hak Teâlâ bu dini fâcir, günahkâr bir adamla ve âhiret nasibi olmayan kişiler vasıtasıyla da destekler"
(Buhârî, Cihâd, 182; Meğâzî, 38; Müslim, İmân, 178; İbn Mâce, Fiten, 35)

Bu sebeble sünnet, iyilik sahibi de olsa, fâcir de olsa her komutanın maiyyetinde savaşmak şeklinde cereyan etmiştir.

Elbette cihâd, zahiren sahibi için ecri olan, şükre değer bir ameldir. Üstelik bir de iyi niyetle yapılmışsa, o takdirde hem dış görünüşüyle ve hem de bâtınen şükre değer olur.

Cihâdın böylece şükre değer oluş yönü, dine ve Sünnet'e yardım etmesidir. Bu yönden mes'eleye bakılınca İslâm'a ve Sünnet'e destek olanın da aynı şekilde bu ameline karşılık ecre ve şükre lâyık görüleceği apaçıktır.

Kişilerin Allah ve Resulü yanında ve mü'min kullar nazarında övülmeleri, hangi konuda olursa olsun Allah'ın dinine, Resulünün Sünnetine ve O'nun Şerîat'ına muvafakat etmeleri (uygun olmaları) dolayısıyladır.

Çünkü övgü, iyiliklerden dolayı yapılır.

İyilikler ise Allah'a ve Resulüne itâata muvafık olan şeylerdir ki, bunlar Allah'ın bildirdiklerini tasdik şeklinde olabilecekleri gibi, O'nun emirlerine itaat şeklinde de olur. İşte bu, Sünnetin tâ kendisidir.

SELEF'IN YOKU (4 CİLT) 

RESMİ SİTEMİZ 

TELEGRAM KANALIMIZ 

FACEBOOK SAYFAMIZ 

TWITTER HESABIMIZ 

TAVHID.ORG SİTESİNE TEŞEKKÜRLER 

23 Temmuz 2016 Cumartesi

Said bin Amir bin Cezim GÜZEL AHLAKI


Ömer İbnu’l-Hattab (radıyallahu anh ) Şam’a geldiği zaman şehri şöyle bir dolaştı ve Hıms’ın yanına oturdu. Bu arada kendisine fakir fukaranın listesinin yapılmasını emretti. Liste getirilince bir de baktı ki, şehrin valisi Said bin Amir bin Cezim de listede yer alıyor. Hemen:

- Kim bu Said bin Amir, idareciniz mi? diye sordu. Halk:

- Evet, cevabını verdiler. Bunun üzerine Hz. Ömer şaşkınlık içinde:

- Sizin idareciniz nasıl fakir olabilir? O maaş almıyor mu? diye sordu. Halk:

- Ey mü’minlerin emiri! O elinde hiçbir şeyi tutmaz, dediler. Bunu duyan Hz. Ömer ağlamaya başladı ve bin dinar parayı bir keseye koyup ona gönderdi. 

- Benden ona selam söyleyin ve; “Mü’minlerin emiri ihtiyaçlarınızı karşılamanız için bu parayı size gönderdi” deyin, dedi. Elçi parayla Said’in yanına gelince Said: 

- “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun (Biz Allah’a aitiz ve O’na döneceğiz)” ayetini tekrarlamaya başladı. Hanımı:

- Ne oluyor? Yoksa mü’minlerin emiri mi öldü? diye sordu. O:

- Hayır, ondan daha büyük bir şey oldu, cevabını verdi. Hanımı bu defa:

- Yoksa kıyametin alametleri mi ortaya çıktı? diye sordu. O:

- Hayır, ondan daha büyük bir şey oldu, cevabını verdi. Hanımı şaşkınlıkla:

- Öyleyse neyin var? diye sordu. O:

- Dünya bana fitne getirdi ve dilediğimi yapmamı söyledi, dedi. Sonra bir İslam ordusu hazırlayarak bütün parasını oraya harcadı. Hanımı:

- Allah sana rahmet etsin! Keşke bizim de faydalanacağımız bir miktar para ayırsaydın, deyince o:

- Ben Rasulullah (s.a.v)’ın şöyle buyurduğunu işittim; “Eğer cennet kadınlarından biri yeryüzü ehline görünse, yeryüzü misk kokusuyla dolardı” Ben seni onlara tercih edecek değilim, dedi. Bunun üzerine eşi sustu.” 

Kitabu’z-Zühd/Ahmed bin Hanbel 1027.

Resmi sitemiz 

Telegram kanalımız 

Facebook sayfamız

Twitter hesabımız 

HUZEYFE radıyAllahu anhu'nun "Dininden dönsün diye çektiği eziyyetler"

SUBHANALLAH.! SUBHANALLAH.!

İNSANIN GÖZLER DOLUB TAŞMASINDA NE YAPSİN? 
ŞİMDİKİ MÜSLÜMAN'LARIN BAZILARNI BUNLARI YAPAYA GEREK YOK... 2 DAKİKAYA ÇIKAR DİNDEN ALLAH BİZLERİ KORUSUN. AMİN AMİN AMİN 
––––––––––––––––––––

Hz Ömer bir orduyu Rum diyarına gönderdi. İçlerinde Abdullah b. Huzafe de vardı. Rumlara esir düştü. Krallarına götürdüler ve 

“Bu adam Muhammed’in arkadaşlarındandır!” dediler. O Rum tağutu Hz. Abdullah’a 

“Sen hristiyan olursan mülk ve saltanatıma seni ortak yapacağım” dedi. 

Abdullah–
“Eğer bütün mülkünü ve Arapların elinde bulunan bütün memleketleri bana bağışlasan karşılığında Hz. Muhammed’in dininden bir göz açıp kapayıncaya kadar ayrıl desen bunu yine yapmam” dedi. 

Bunları işittikten sonra kral, onun ağaca bağlanmasını emretti ve okçulara 

Ona okları isabet ettirmeyin ve her atışta ona hristiyanlığı teklif edin” dedi. 

Onlar da öyle yaptılar. Fakat Abdullah yine reddetti. Sonra kral emretti, onu indirdiler. Daha sonra bir kazana su koyup kaynattılar. Başka bir müslüman esir getirip ona da hristiyan olması teklif edildi. O da reddetti. Bunun üzerine kaynamakta olan kazanın içine attılar. Sonra kral, kazanın içine Abdullah’ın atılmasını emrettiğinde Abdullah ağladı. Bunun üzerine Kral’a 

“Bu adam suya atılmaktan korktuğu için ağlıyor!” dediler. Kral onun geri getirilmesini emretti. Abdullah’a tekrar hristiyan olmasını teklif etti. Fakat o yine kabul etmedi.

Kral–
“O halde, kabul etmediğine göre, seni ağlatan nedir?” diye sordu.

Abdullah –
“Ben kendi kendime dedim ki, şimdi seni bu kazanın içine atarlar da biraz sonra ölüp gidersin. Halbuki ben cesedimdeki her kıl adedince canım olsun ve Allah için bu suya atılsın isterdim” dedi.

Bunun üzerine kral ona –
“Benim başımı öpmen karşılığında seni serbest bırakmama ne dersin?” diye sordu.

Abdullah –
“Beni ve bütün müslüman esirleri serbest bırakırsan başını öperim” dedi.

O da bu şartı kabul etti.

Abdullah kalbinden –
“Bu Allah’ın düşmanlarından birisidir” dedi ve başını öptü.

Kendisi ile beraber bütün müslüman esirleri bıraktırdı. Onları Hz. Ömer’in huzuruna getirdi ve hâdiseyi ona anlattı. 

Hz. Ömer 
“Her müslümana Abdullah b. Huzafe’nin başını öpmek görevdir” dedi ve “İşte ben başlıyorum” diyerek kalktı ve Abdullah’ın başını öptü.[1]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Beyhaki, İbn Asakir (Ebu Rafi’den); Kenzü’l-Ummal, VII/62, İsabe, II/297

Resmi sitemiz 

Telegram kanalımız 

Facebook sayfamız 

Twitter hesabımız 

22 Temmuz 2016 Cuma

MUSA Aleyhisselam'ın ALLAH Süpanehu ve Teala'ya 6Sorusu

Ibn Hibban, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (salallahu aleyhi ve sellem ) söyle buyurdu:

«Musa, onur ve üstünlük sahibi olan Rabbine alti özellik sordu. Bunlarin sadece kendisinde bulundugunu saniyordu. Sordugu yedinci özelligi ise sevmiyordu. 
Demisti ki: 

MUSA (Aleyhisselam) –'Ya Rab! Hangi kulun daha takvalıdır?" 

ALLAH (Azze ve Celle) –"Zikreden ve asla unutmayandir." 

MUSA (Aleyhisselam) –"Hangi kulun daha dogru yoldadir?" 

ALLAH (Azze ve Celle) –"Hidayete tabi olandir." 

MUSA (Aleyhisselam) –"Hangi kulun daha iyi hüküm verendir?" 

ALLAH (Azze ve Celle) –"Kendi nefsi için hüküm verdigi gibi insanlar için de ayniyla hüküm verendir." 

MUSA (Aleyhisselam) –"Hangi kulun daha bilgilidir?" 

ALLAH (Azze ve Celle) –"Ilimden doymayan alimdir ki insanlarin bilgilerini kendi bilgisine katar." 

MUSA (Aleyhisselam) –"Hangi kulun daha güçlüdür?" 

ALLAH (Azze ve Celle) –"Gücü yettiginde bagislayandir." 


MUSA (Aleyhisselam) –"Hangi kulun daha zengindir?" 

ALLAH (Azze ve Celle) –"Kendisine verilene razi olup onunla yetinendir." 

MUSA (Aleyhisselam) –"Hangi kulun daha yoksuldur?" 

ALLAH (Azze ve Celle) –"Azimsayan kimsedir.
(Kendisine verileni az görüp daha fazlasini isteyendir)."»


Rasûlullah (salallahu aleyhi ve sellem ) da bir hadis-inde söyle buyurmustur:

«Zenginlik, mal çokluguyla degildir. Zenginlik, ancak gönül zenginligiyledir. Allah bir kul için hayir dilediginde, onun zenginligini gönlüne, takvasini da kalbine yerlestirir.
Bir kul için de kötülük dilediginde, onun yoksullugunu gözlerinin önüne koyar.»[20]

[20] Suyutî, Camiü's-Sagir, Hadis No: 376.


El Bidaye Ven nihaye c:1 s:448


Resmi sitemiz 

Telegram kanalımız 

Facebook sayfamız 

Twitter hesabımız 

" KAFİR " KELİMESİNİN ANLAMI



Kurtubi, Bakara: 6. Ayetin tefsirinde küfrü,”imanın zıddı” olarak tanımlamaktadır.

Bu hususta Lisan'ul Arab'ta şöyle denmektedir:

"Küfür; imanın zıddıdır.
Yani "Allah'a iman ettik, tağutu inkar ettik" denir.“ آمنَّا بِاللَّهِ وكَفَرْنا بِالطَّاغُوتِ

Şu halde kafir, iman etmeyen inkar eden demektir. Tekfir kelimesi de aynı kökten alınmış olup bir kişiyi küfre nisbet etmek demektir."

( Geniş bilgi için bkz. İbn Manzur, Lisan'ul Arab, 5/144 vd, Dar'u Sadır, Beyrut, 1414/m.1994 )

Öyleyse şeriat nezdinde makbul bir imana sahip olmayan herkes kafirdir. Küfür, imanın zıddı olduğuna göre iman kavramı üzerinde de durmak gerekir.

Yine İbn Manzur'un aynı eserinde naklettiğine göre lugat alimlerinden Zeccac imanı şöyle tarif etmiştir:

الإِيمانُ إظهارُ الْخُضُوعِ والقبولِ للشَّريعة ولِما أَتَى بِهِ النبيُّ، صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، واعتقادُه وتصديقُه بِالْقَلْبِ

"İman, Şeriatı ve Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in getirdiği diğer hususlara boyun eğip bunları kabullenmek, kalben tasdik edip bunlara inanmaktır"
(Bkz. Lisan'ul Arab, 13/23)

Küfür de imanın zıttı olduğuna göre bu tarife nazaran şeriata tabi olmamak ve şeriatın hükümlerinden herhangi birisini inkar etmek de küfürdür.

Zerkeşi, küfrü şöyle tarif etmektedir:

“Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in dininden olduğu zorunlu olarak olarak bilinen herhangi bir şeyi inkar etmektir. Yaratıcının varlığını, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in peygamberliğini ve zinanın haramlığını inkar etmek gibi”
(Zerkeşi, el-Mensur fi’l Kavaid, 3/84)

Bu konuda kişinin küfrü bizzat kasdetmesi şart olmadığı gibi, yaptığı amelin küfür olduğunu bilmemesinin de keza bir etkisi yoktur.

Şeyhulislam İbn Teymiyye (rh.a) bu hususta şöyle demektedir:

“Kim küfür olan bir söz söyler veya bir fiil işlerse, kâfir olmayı kastetmese bile bununla kâfir olur. Zira Allah’ın dilediği dışında kimse küfrü kast etmez.”(es-Sârimu’l-Meslûl: s: 177-178.)

İbn Kayyım ise şöyle demektedir:

“İslam:Allah’ı birlemek,sadece O’na ibadet etmek,O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak,Allah ’a ve Rasulü’ne iman etmek,Rasulun getirdiklerinde ona tabi olmaktır. Kul bunu yapmadığı sürece Müslüman olamaz. Eğer inatçı ve zorba kafir değilse de, en azından cahil kafirdir.”
(Tarikul hicreteyn(iki hicret yolu)17. Tabaka. sf 411 vd)

Resmi sitemiz

Telegram kanalımız

Facebook sayfamız

Twitter hesabımız

Tavhid.org sitesine teşekkürler

19 Temmuz 2016 Salı

Imam Ahmed bin Hanbel (rahimehullah aleyhi)'nin hal tercümesi



Ebu Abdullah,  Ahmed b.  Muhammed b.  Hanbel  eş-Şeybânî, el-Bağdâdidir.  Annesi  ona Merv'de  hamile  kalmış ; H.  164'de Bağdad'da dünyaya  gelmiştir .İlim  için pek çok  yer dolaşmış ,  Mekke,  Medine,  Şam,  Yemen,  Küfe,  Basra  ve Cezîre'ye  gitmiştir . Sufyân b. Uyeyne,İbrahim b.Sa'd,  Bişr b.  Mufaddal,  Yahya  el-Kattân,  Huşeym,  Veki',İbn Uyeyne, İbn Mehdi,Abdurrezzâk ve  daha  sayılamayacak  kadar  çok zâttan hadis  dinlemiştir.  Kendisinden  ise,  oğulları  Abdullah ve  Salih,  Abdürrezzak,  Yahya  b.  Adem,  Ebû'l-Velid,  İbn Mehdi,  Zeyd b. Harun,  Ali  b. el-Medînî, Buhârî,  Müslim, Ebû Davud,  Ebû  Zur'a  er-Razî,  ed-Dımeşkî, ibrahim  elHarbî,  Ahmed b.Hânî, Abdullah b.  Muhammed el-Bağavî,İbn Ebû'd-Dünya,  Muhammed  b.İshâk  es-Sağâni,  Ebû Hatim  er-Râzi,  Ahmed b.  Ebû'l-Havârî,  Mûsâ  b.Harun, Hanbel  b.İshak,  Osman b.Saîd  ed-Dârîmî,  el-Mervezî  ve daha  pek çok kimse  rivayet  etmişlerdir.  Bunları,İbn Münde, Beyhakî, Şeyhu'l-İslâm  el-Ensârî, İbnü'l-Cevzî,  ez-Zehebî ve İbn Nasır  gibi  hafızlar  eserlerinde  kaydetmişlerdir. Hüseyin b.  İsmail,  babasından naklen Ahmed b.  Hanbel'in meclisinde  beş  binden fazla  insanın  toplandığını  haber vermiştir . Bunlardan  beş yüze  yakını  hadis  yazar,  diğerleri de  ondan edeb ve  âdâb-ı  muaşeret  gibi  davranışları öğrenirlermiş. İmam  Ahmed,  Şafiî  ile  de  görüşmüş,  her  ikisi birbirinden  hadis  almışlardır .

İmam  Şafiî  onun hakkında:

"Bağdat'dan  çıktığımda orada,  Ahmed b. Hanbel'den daha âlim,  daha  fakîh,  daha  muttaki  ve  verâ  sahibi biri  yoktu" demiştir .


Ebû  Zur'a  da,  Ahmed  b.  Hanbel'in oğluna,  babasının bir  milyondan  fazla  hadis  bildiğini  söylemiştir.


İbn Hacer  ise:"


Hz.  Peygamberin (salallahu aleyhi ve sellemun) sünnetine  karış  karış  uyan tek zât  Ahmed b.  Hanbel'dir" demiştir.

İşte  bu,  İslâm  ümmeti ve  ulemâsı  içerisinde,  Ahmed b.  Hanbel'i  temayüz  ettiren  bir menkibedir.


İbrahim b.İshâk  el-Harbî de  onun hakkında şu kanaatini  dile  getiriyor:


"Bazıları,  Ahmed b. Hanbel hakkında  zanna  dayanarak konuşuyorlar .  Vallahi,  ne tâbiûndan onun  üstüne  meziyete  sahip olan ve  ne de müslümanlar  arasında  yerini  doldurabilecek  birisi  yoktur. Ben ona yaz, kış , gece, gündüz  tam yirmi  sene  arkadaşlık ettim, her gününün bir  öncekinden  daha  iyi  olduğunu gördüm.Her  taraftan ilim  adamları  ziyaretine  gelir. Mescid dışındaki celâletlerine  rağmen,onun mescidine  girdikleri zaman ilim  öğrenen  birer  talebe  vaziyetini  alırlardı.  Ben, dünya  kadar  insanla karşılaştım .Ahmed b. Hanbel  gibisini görmedim. Analar, onun gibisini  doğurmaktan  âcizdir. 


Abdulvehhâb el-Varrâk'm hakkındaki değerlendirmesi ise şöyledir.


"Ahmed b.  Hanbel gibisini  görmedim.""Peki,  onun senin  yanında diğer  insanlardan  üstün olmasına  neden olan hangi  meziyetidir?" diye  sorulduğunda,

el-Varrâk:  "O, Öyle bir  insandır  ki,  kendisine  altmış bin  mesele sorulmuş , hepsine  de  "Haddesena,  ahberana ve  ruvina"  diyerek hadisle  cevap vermiştir ." karşılığında  bulunur.

Ali  b. el-Medînî  de  şöyle demiştir :


"Allah Teâlâ bu  dini  bir üçüncüleri  daha  olmayan iki  insanla kuvvetlendirmiştir. Birisi, Ridde  hâdiseleri  karşısında Ebû  Bekir;

diğeri de Mihne  olaylarında Ahmed b.  Hanbel'dir. Şu  kadar  var  ki, Ebû Bekir'in kendisine  yardımcı  olacak arkadaşları  vardı. Fakat,  Ahmed  b.  Hanbel'in ne  yardımcısı,  ne  de  arkadaşı vardı."

İshâk b.  Râheveyh de:


"Ahmed b.  Hanbel,  yeryüzünde, Allah ile insanlar  arasındaki hüccettir" demiştir .


Ebû  Zur'a  da kanaatini  şu şekilde  dile getirmiştir :


"İlim, zühd,  fıkıh,  bilgi  ve  hayrın her türlüsünde  Ahmed b.  Hanbel gibisini  görmedim. Ondan daha  kâmil  ve  daha mükemmeline  de  rastlamadım."


Ebû Dâvud  es-Sicistânî  ise: 


"Yüzden fazla  ilim  ehli ile  karşılaştım .Ahmed  b.  Hanbel  gibisine  rastlamadım.  İnsanların uğradıkları  boş  şeylere hiç bulaşmamış. Yalnızca  ilmî konulardan  bahsetmiştir"diyor.


İbn Kuteybe:


"O,  dünyanın  imamıydı" derken  İbn Mâkûlâ onun,  sahabe  ve  tâbiunun görüşlerini  en  iyi  bilen  kimse olduğunu  söylüyor.


Sarsarî  beyitlerle  (Ahmet  b.  Hanbel'i)  şu  şekilde  tanıtıyor.


Bir  milyon müsned hadis  öğrendi.

Bunların hıfzını,  kavrayan bir  kalb  ile  sağlamlaştırdı.
Atmış bin kadar  meseleye  cevap  verdi.
Bunu,  rivayet  sahifeleri  değil; (Anberenâ) sığası  ile  gelen (haberlerle) yaptı.

Hadiste  imam  tutarlı,  sağlam  ve  doğru eleştiride  hüccetti. Kitab (Kur'ân)  ve  sünnette;  ilim,  üstün  zühd  ve  tevekkülde (eşsiz) imamdı. Hakkı  aramada takib ettiği  metod (menhec)  en  doğru metodu; şeri  şerifte  beslendiği  kaynak  en  tatlı  kaynaktı. Kur'ân hususunda  kırbaç  ve  kılıçla  tehdid  edildi.  Fakat  o,  ne (kırbaç)  sesine  ne  de  kılıcın tehdidine  boyun  eğmedi (bunlardan  korkmadı). Bir  şey  söylemedi ki, hakkı (hidayet)  üstün  tutmak için söylemiş olmasın.Bunun için binlerce  ordulara  karşı  koydu. O  (artık) Şanı  yüce  bir  bayraktır  (alem)  ölüm  bile  nâmını yok edemedi.  Aksine,  tüm mutekebbirlerin üstünde  bir makama ulaştı . O  büyük  imam ki  Allah'ın; muşebbihe  ve  muattılayı (Allah'ın sıfatlarını inkar  eden  mezheb) hükümsüz  bırakan, (yeryüzündeki)  hücceti  idi. Müsned'i,  tekrarlar  hâriç,  otuz  bin  hadisten  meydana gelmektedir. Tefsir'i ise  yüz  yirmi  bin  hadisten oluşmaktadır .  Bunlardan  başka ,  en-Nâsîh ve'l-mensûh,  etTârih, ez-Zühd,  el-Mukaddem  ve'l-muahhar  fi'l-Kur'ân, Cevâbâtü'l-Kur'ân (yani  er-Redd  ale'z-zenâdika),  el Menâsikü'l-kebîr, ve's-sağir,  vb.  gibi eserleri vardır.


Yezid b.  el-Münâdî  de  hakkında Şöyle diyor: 


"Ahmed b. Han-bel,  insanların en kerimi,  en  cana  yakını ve  edeblisi, lüzumsuz  şeylerden sakınan,  boş ve  çirkin  işlerden  şiddetle kaçınan  biriydi.  Dâima  vakar  ve  sükûnet  içerisinde  olduğu, yalnızca  hadis  ve  hadis  ricaline  ilişkin konulardan  bahsettiği müşahede  edilirdi.  Onunla karşılaşanın içini  bir  sevinç kaplar;  ister istemez  ona meylederdi. Mütevâzi  bir insandı. Halk ona ikram  ve  ta'zim  eder,  sevgi  gösterisinde bulunurdu."


Süryân es-Sevrî'ye, fütüvvet'ten  sorulmuş ,o da: 


"Fütüvvet akıl  ve  hayadır.  Başı ise,  kendine  sahip olmaktır. Zineti, hilim  ve  edep,  şerefi, ilim  ve  verâdır.  Süsü  ise  şunlardır: Namaza  devam, ana babaya  iyilik, sıla-i rahim, iyiliği yaymak,  komşuyu korumak,  kibiri  terketmek,  cemaata sarılmak,  vakarlı  olmak,  gözü haramlardan  alıkoymak, yumuşak  sözlü  olup  İslâm'ı yaymaktır. En  akıllı fetâ'lar, Allah'ın emir  ve  nehiylerini  anlayan,  doğru sözlü,  sevimli, dürüst,  güler yüzlü,  hoş geçinen, geveze  olmayan,  sır  tutan, ayıpları  örten,  emanete  riâyet  eden,  hıyaneti  terkeden,  ahde vefa  gösteren, meclislerde  sözü anlamadan  konuşmaktan sakınan,  mütevâzi  olan,  büyüklere  ikram  edip  küçüklere yumuĢakt davranan,  müslümanlara  rahmet  ve  şefkatle muamele  eden,  belâlara  sabreden,  bollukta  şükreden kimselerdir. Fütüvvetin kemâli  Allah korkusudur.  Bir insanda  bu hasletlerin tamamı  bulununca,  o  gerçek  mânâda bir  fetâ  olur"  demiştir .


İbnu'l-Medînî  diyor  ki: 


"Eğer  ona medhiyeler yağdırmak için, bir  meclis  oluştursak,  yine  de  faziletlerini  kemâliyle dile getirmekten âciz  kalırız"


İmam Ahmed b.  Hanbel h.  241'de  Rebîu'l-evvel  ayının 12. gecesi,  Cuma  günü,  Bağdad'da  vefat  etmiştir .  Cenaze namazına büyük  bir  kalabalık  iştirak etmiştir .  

Abdulvahhâb el-Varrâk'm  haber  verdiğine  göre;


ne  Câhiliye  ve  ne  de islâmî  dönemde  bir  benzeri  işitilmemiş,  cenazesine yaklaşık bir  milyon  erkeğin,  altıyüz  bin  de  kadının katıldığı söylenmiştir . Bu sayının toplam  bir  buçuk (1,5) milyon olduğu da söylenmiştir .


Oğlu Abdullah'ın  söylediğine  göre 


"Bid'at ehline  cenaze  günü kimin  haklı  olduğu ortaya  çıkar" denilmiş . Ve o gün de,  yahudi, hıristiyan ve  mecûsîlerden toplam  yirmibin kişi müslüman  olmuştur .


es-Sarsarî  ise  bir  beytinde  şöyle diyor:


Cenazesini  gördükleri  vakit,  her  sapık fırkadan yirmi  bin kişi müslüman oldu.Cenaze  namazını bir  milyon altıyüz  binden daha kalabalık bir  muvahhidler  topluluğu  kıldı. Abdurrahman b.  Kasım


İmam Ahmed Zühd (hal tercümesi)



Resmi sitemiz

Telegram kanalımız

Facebook sayfamız 

Twitter hesabımız


15 Temmuz 2016 Cuma

SİZ HANGİ ZÜMREDENSİNİZ?



Üzerimize vâcib olanın zikrinden sonra…

Bu günlerde birleri, “haricilik” yaftasıyla belirli kesimleri kötülemeği meslek edinmiş durumda. Ancak bunu yapan kimseler, hariciliğin ne olduğunu anlatmıyorlar. Sadece karalıyorlar ve bilmeyenlere hedeflerini kötülüyorlar.

Evet, nedir bu haricilik? Kimdir harici?

Hariciliğin tarihsel seyrinden öte olarak bu gün kullanıldığı mânâ itibariyle konuşursak, tekfîr söylemi yapmak, hariciliktir. Bunu yapan da haricidir. Maalesef ki durum, bu noktaya kadar geldi. Oysa haricilik büyük günâh işleyen bir kimseyi tekfîr eden zihniyetin adıdır. Onlar, içki içmek, zina etmek ve yalan söylemek gibi Ehl-i Sünnet nazarında haram olan şeyleri, küfür olarak adlandırdılar. Bunları yapanları da tekfir ettiler. Ehl-i Sünnet âlimleri ise, bu tür günâhları işleyenlerin tevbe etmeden öldükleri takdirde Allâh’u Teâlâ’nın dilemesinde olacaklarını, dilerse günâhları kadar azâb edeceğini ve dilerse de azâb etmeden cennetine alacağını beyân etmişlerdir. Hak olan da bundan başkası değildir. Hiçbir Müslümanı işlediği günâhından ötürü tekfîr etmek caiz değildir. Tabi ki bu durum günâhı helâl görmemek ve işlenen günâhın da küfre varmaması şartıyla geçerlidir.

Pe ki, bu gün birilerinin harici diye kötülediği kimseler, gerçekten büyük günâh işleyenleri mi, yoksa büyük küfür işleyenleri mi tekfîr ediyorlar? Eğer ki büyük günâh işleyenleri tekfîr ediyorlarsa, hariciliğin en temel özelliğini üzerlerinde barındırıyorlar demektir. Rabbim böyle kimselere ölmeden önce hakkı görmeyi nasib etsin. Yok, eğer büyük küfür işleyenleri tekfîr ediyorlarsa doğru olanı yapıyorlar demektir. Rabbim hak yolunda cümlemize sebât versin. Allâhumme Âmîn.

Tüm bunlara binaen Müslüman bir şahsiyet için şöyle sormak gerekli olmaktadır:

Hak ve hakîkatlere tâbi olarak büyük küfür işleyenleri tekfîr eden kimselere harici diyenler, mürcie mi olmaktalar yoksa mürcie hükmü onlara az mı gelir?

Allâh’ın indirdiklerini bir kenara bırakarak kendileri hükümler uyduranları tekfîr edenleri harici diye isimlendirenler, Allâh’u Teâlâ’nın şu buyrukları hakkında nasıl da gevelemektedirler:


“Her kim Allâh’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” (Maide: 5/44)

“Her kim Allâh’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Maide: 5/45)


Beşerin lanetli kanunlarından hüküm isteyerek içinde bulundukları ihtilafı çözenleri tekfîr edenleri harici diye isimlendirenler, Allâh’u Teâlâ’nın şu buyrukları hakkında nasıl da bocalamaktalar:

“Ey îmân edenler!…Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz Allâh’a ve âhiret gününe gerçekten îmân ediyorsanız onu Allâh’a ve Rasûlü’ne götürün; bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.”(Nisâ: 4/59)

“Sana indirilene ve senden önce indirilene gerçekten îmân ettiklerini zannedenleri görmüyor musun? Bunlar, tâğûta muhâkeme olmayı istiyorlar. Oysa onlar onu reddetmekle emrolunmuşlardı. Şeytân da onları uzak bir sapıklıkla sapıttırmak istiyor.” (Nisâ: 4/60)

“Hayır! Senin Rabbine andolsun ki; onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe îmân etmiş olmazlar.” (Nisâ: 4/65)


Müslümanlara karşı kâfirleri destekleyenleri, onlara karşı anlaşmalar imzalayarak şeriat istemekten başka arzuları olmayan Müslümanları terörist sayanları tekfîr edenleri harici diye isimlendirenler, Allâh’u Teâlâ’nın şu buyrukları hakkında nasıl da aciz kalmaktalar:

“Ey îmân edenler Yahûdî ve Hıristiyanları velîler edinmeyin! Onlar birbirlerinin velîleridirler. Sizden kim onları velî edinirse, muhakkak o da onlardandır. Şüphesiz Allâh, zalimler topluluğuna hidâyet vermez.”(Mâide: 5/51)

“Mü’minler, mü’minleri bırakıp da kâfirleri veliler edinmesinler. Kim böyle yaparsa, Allâh’tan hiçbir şey (yardım-bağlantı) yoktur.” (Ali İmran: 3/28)


Allâh’tan başkasına dua eden, ona sığınan, yardım ve kurtuluş isteyenleri tekfîr edenleri harici diye isimlendirenler, Allâh’u Teâlâ’nın şu buyrukları hakkında nasıl da rezil olmaktalar:

“Eğer Allâh Teâlâ sana bir zarar dokundurursa artık O’ndan başka onu bir açacak yoktur. Ve eğer sana bir hayır dilerse artık O’nun fazlını reddedecek de yoktur. Bunu kullarından dilediğine eriştirir. O bağışlayandır, rahmet edendir.” (Yunus: 10/107)

“İyi bilin ki, halis (katışıksız) din yalnız Allâh’ındır. O’nu bırakıp da başka velîler edinenler: ‘Biz onlara sadece, bizi Allâh’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibâdet ediyoruz’ diyorlar. Şüphesiz Allâh, ayrılığa düştükleri şeyler konusunda aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allâh, yalancı ve kâfir olanları doğru yola iletmez.” (Zumer: 39/3)

“De ki: O’nun dışında (ilâh olarak) öne sürdüklerinizi çağırın, onlar sizden ne zararı uzaklaştırabilirler, ne de (onu yararınıza) dönüştürebilirler. O yakarıp durdukları da Rabblerine yaklaşmak için vesile ararlar. O’nun rahmetini umar ve azâbından korkarlar. Zîrâ Rabbinin azabı gerçekten korkulmaya değerdir.” (İsrâ: 17/56-57)


Misâlleri daha uzatmak mümkün olmakla beraber, bu kadarı hakkı anlayacak olan nasibli kimseler için yeterlidir.

Evet, yukarıda zikredilen ve zikredilmeyen büyük küfürlerden birini işleyen kimseyi, -fıkha uygun olarak- tekfîr eden kimse harici midir? Yoksa Ehl-i Sünnet olmanın bir gereğini mi yerine getirmiştir?

Bu soruya mürcie zihniyetiyle îmânsızlık batağında boğulmuş kimselerin vereceği cevâb: “Müslüman olduğunu dili söyleyen kimseyi tekfîr etmek hariciliktir; bunu yapanda haricidir” olacaktır. Çünkü kendileri yukarıda zikredilen şeylere küfür olarak inanmamaktadır. Hatta bazılarını haram olarak dahi görmemektedirler.

Bu soruya hakkın hakikatiyle aydınlanmış olan kimselerin vereceği cevâb ise şöyledir: “Tekfîr vardır ve dîndendir. Büyük küfür işleyen bir kimseyi tekfîr etmek ise sahîh îmânın bir gereğidir.”

Şimdi size soruyorum, siz hangi zümredensiniz?

Yardım ve başarı, izzet ve şeref Allâh’tandır.


Resmi sitemiz :

Telegram kanalımız :

Facebook sayfamız :

Twitter hesabımız :

Abdullah Said el Müderris
Tevhididavet.com sitesine teşekkürler