29 Ocak 2017 Pazar

"Kâfirleri sevmenin ve onlara dostluk beslemenin haram oluşu": Bu önemli ve büyük kaidenin açıklaması


SORU-- Sizden, "kâfirleri sevmek ve onlara dostluk beslemek" ibâresinden ne kastedildiğini örneklerle açıklamanızı istirham ediyoruz.


CEVAPLAYAN
SEYH MUHAMMED SALEH EL MUNECCID

CEVAP-- Hamd, yalnızca Allah'adır.

Evet. Bu konuda vereceğimiz örnekler, amaçlanan şeyi beyan eder ve onu açıklığa kavuşturur. Bu sebeple biz hemen bu konuya geçip ilim ehli ile davet önderlerinin zikrettikleri, kâfirleri sevmenin ve onlara dostluk beslemenin en önemli şekillerinden bazılarını zikredelim:

1. Onların küfrüne (inkârına) rıza göstermek veya onların kâfir olduklarında şüphe etmek veya onların kâfir olduklarını söylemekten kaçınmak veyahut da onların dinlerini methetmek.

Allah Teâlâ, küfre râzı olan kimsenin de kâfir olacağı konusunda şöyle buyurmuştur:

(( مَنْ كَفَرَ بِاللهِ مِن بَعْدِ إيمَانِهِ إِلاَّ مَنْ أُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالْإِيمَانِ وَلَـكِن مَنْ شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْراً فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِنَ اللهِ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ )) [ سورة النحل الآية: 106 ]

"Kalbi îmânla dolu olduğu hâlde zorlanan kimse hariç, îmân ettikten sonra Allah'ı inkâr eden ve böylece göğsünü küfre açanlara (dînden dönenlere), Allah'tan gazap iner ve onlar için büyük bir azap vardır."[1]

Allah Teâlâ, tâğût'u inkâr etmeyi gerekli ve şart kılarak şöyle buyurmuştur:

(( لاَ إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ قَد تَّبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِن بِاللهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَىَ لاَ انْفِصَامَ لَهَا وَاللهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ )) [ سورة البقرة الآية: 256 ]

"Dînde zorlama yoktur. Artık doğru eğriden (hak bâtıldan, hidâyet dalâletten, hayır şerden, îmân küfürden) iyice ayrılmıştır. O hâlde, kim tâğûtu tanımayıp reddeder ve Allah'a îmân ederse, kopmayan sapasağlam bir kulpa tutunmuştur. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir."[2]

Allah Teâlâ, müşrikleri müslümanlardan üstün tutan ve onları tercih eden Yahudiler hakkında da şöyle buyurmuştur:

(( أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ أُوتُواْ نَصِيباً مِنَ الْكِتَابِ يُؤْمِنُونَ بِالْجِبْتِ وَالطَّاغُوتِ وَيَقُولُونَ لِلَّذِينَ كَفَرُواْ هَؤُلاء أَهْدَى مِنَ الَّذِينَ آمَنُواْ سَبِيلاً )) [ سورة النساء الآية: 51 ]

"(Ey elçi!) Kendilerine kitaptan bir nasip verilmiş olanları (Tevrat'tan ilim verilmiş olan Yahudileri) görmedin mi? Onlar, "cibt"e ve "tâğût"a (puta ve şeytana) inanıyorlar. (Allah'ı ve elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'i) inkâr edenler için de: 'Bunlar, îmân edenlerden daha doğru yoldadırlar' diyorlar."[3]

2. Kâfirlerin hükmüne başvurmak (onların kanunlarıyla muhakeme olmak).

Oysa Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

(( أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُواْ بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَنْ يَتَحَاكَمُواْ إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُواْ أَنْ يَكْفُرُواْ بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلاَلاً بَعِيداً )) [ سورة النساء الآية: 60 ]

"(Ey elçi!) Sana indirilen Kur'an'a ve senden önce indirilenlere inandıklarını iddiâ edenleri (münafıkları) görmedin mi? Tâğût'u tanımamaları (inkâr etmeleri) kendilerine emrolunduğu hâlde, onun önünde muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan da onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor."[4]

3. Kâfirlere muhabbet beslemek ve onları sevmek.

Oysa Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

(( لَا تَجِدُ قَوْماً يُؤْمِنُونَ بِاللهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءَهُمْ أَوْ أَبْنَاءَهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ...)) [ سورة المجادلة من الآية: 22 ]

"Allah'a ve âhiret gününe îmân eden hiçbir topluluğun; babaları, çocukları, kardeşleri veya kendi aşiretleri (soyları) olsalar bile, Allah'a ve elçisine başkaldıran kimselere sevgi ve dostluk beslediğini göremezsin."[5]

4. Kâfirlere meyletmek, onlara güvenmek, onları dayanak ve arkadaş edinmek.

Oysa Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

(( وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ ثُمَّ لاَ تُنْصَرُونَ )) [ سورة هود الآية: 113 ]

"Zulmedenlere eğilim göstermeyin (meyletmeyin), yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka (size yardım edecek ve işlerinizi üstlenecek) velileriniz yoktur, sonra yardım göremezsiniz."[6]

5. Müslümanlara karşı kâfirlere yardım etmek ve onlara destek olmak.

Oysa Allah Teâlâ mü'minler hakkında şöyle buyurmuştur:

(( وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَيُطِيعُونَ اللهَ وَرَسُولَهُ أُوْلَـئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللهُ إِنَّ اللهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ )) [ سورة التوبة الآية: 71 ]

"Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. Onlar iyiliği emreder ve kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar ve zekâtı verirler. Allah'a ve elçisine itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hikmet sahibidir."[7]

Allah Teâlâ kâfirler hakkında da şöyle buyurmuştur:

(( يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاءَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ)) [ سورة المائدة الآية: 51]

"Ey îmân edenler! Yahudi ve hıristiyanları dostlar edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdır. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez."[8]

6. Kâfirlerin toplumlarına girip onlara karışmak, onların partilerine üye olmak, onların sayılarını çoğaltmak, (gerek olmadığı halde) onların vatandaşlıklarına geçmek, onların ordularında hizmet etmek ve silahlarının gelişmesine çalışmak ve katkıda bulunmak.

7. Kâfirlerin kanunlarını müslüman ülkelere getirmek ve müslümanları bu kanunlarla yönetmek.

Oysa Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

(( أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللهِ حُكْماً لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ )) [ سورة المائدة الآية: 50 ]

"Yoksa onlar (yahudiler, aralarında hüküm vermesi için) cahiliye hükmünü mü istiyorlar? (Allah'ın şeriatını akıl edip) îmân eden bir topluluk için, hüküm bakımından Allah'tan daha güzel kim olabilir?"[9]

8. Genel olarak kâfirlere dostluk beslemek, onlardan arkadaşlar ve yardımcılar edinmek.

Oysa Allah Teâlâ bunu yasaklayarak şöyle buyurmuştur:

(( يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاءَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ)) [ سورة المائدة الآية: 51]

"Ey îmân edenler! Yahudi ve hıristiyanları dostlar edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdır. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez."[10]

9. Dinin hesabına kâfirlere yağcılık yapmak ve onlara şirin görünmek.

Oysa Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

(( وَدُّوا لَوْ تُدْهِنُ فَيُدْهِنُونَ )) [ سورة القلم الآية: 9 ]

"Onlar, senin kendilerine yaranmanı (üzerinde bulundukları bazı şeylerde onlara yapmacık davranmanı) arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranacaklardı."[11]

10. Kâfirlerle oturup kalkmak ve Allah'ın âyetleriyle alay ettikleri vakitlerde onların yanlarına girip oturmak da dînin hesabına kâfirlere yağcılık yapmaya ve onlara şirin görünmeye girer.

Oysa Allah Teâlâ bunu yasaklayarak şöyle buyurmuştur:

(( وَقَدْ نَزَّلَ عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ أَنْ إِذَا سَمِعْتُمْ آيَاتِ اللهِ يُكْفَرُ بِهَا وَيُسْتَهْزَأُ بِهَا فَلاَ تَقْعُدُواْ مَعَهُمْ حَتَّى يَخُوضُواْ فِي حَدِيثٍ غَيْرِهِ إِنَّكُمْ إِذاً مِثْلُهُمْ إِنَّ اللهَ جَامِعُ الْمُنَافِقِينَ وَالْكَافِرِينَ فِي جَهَنَّمَ جَمِيعاً)) [سورة النساء الآية: 140]

"Oysa Allah size Kitap'ta (Kur'an'da): 'Allah'ın ayetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze geçmedikleri müddetçe, onlarla oturmayın, aksi hâlde siz de onlar gibi olursunuz" diye hüküm indirmiştir. Şüphesiz Allah, münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır."[12]

11. Kâfirlere güvenmek, müslümanları bırakıp onlardan sırdaş edinmek ve onları danışmanlar yapmak.

Oysa Allah Teâlâ bunu yasaklayarak şöyle buyurmuştur:

(( يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا بِطَانَةً مِنْ دُونِكُمْ لَا يَأْلُونَكُمْ خَبَالًا وَدُّوا مَا عَنِتُّمْ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاءُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْآيَاتِ إِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ {118} هَاأَنتُمْ أُوْلاء تُحِبُّونَهُمْ وَلاَ يُحِبُّونَكُمْ وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّهِ وَإِذَا لَقُوكُمْ قَالُواْ آمَنَّا وَإِذَا خَلَوْاْ عَضُّواْ عَلَيْكُمُ الأَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِ قُلْ مُوتُواْ بِغَيْظِكُمْ إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ{119} إِنْ تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْ وَإِنْ تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُواْ بِهَا وَإِنْ تَصْبِرُواْ وَتَتَّقُواْ لاَ يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيْئاً إِنَّ اللهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطٌ{120})) [ سورة آل عمران الآية: 118-120 ]

"Ey îmân edenler! Sizin dışındakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar, size kötülük yapmaktan asla geri durmazlar, sıkıntı (ve zorluğa) düşmenizi isterler. Gerçekten onların kinleri ağızlarından çıkan sözlerinden apaçık ortaya çıkmıştır. Kalplerinde gizledikleri (size karşı besledikleri düşmanlık) ise daha büyüktür. Şüphesiz düşünüp anlamanız için size ayetlerimizi açıkladık. İşte bu, (sizin onları sevmekte hatalı olduğunuzu gösterir ki) onları sevdiğiniz (ve onlara iyilikte bulunduğunuz) halde, onlar sizi sevmezler (size düşmanlık ve kin beslerler). Siz, (Allah tarafından indirilen bütün) kitaplara îmân edersiniz. Onlar sizinle karşılaştıklarında (Kur’an’a) îmân ettik, derler. (O halde siz nasıl olur da onları seversiniz?) Onlar birbirleriyle baş başa kaldıkları zaman da, (müslümanların birbirlerine olan dostluklarını, sözlerinde bir olmalarını, İslâm’ın azîz, onların ise zelîl olduklarını gördüklerinden dolayı) size olan kinlerinden parmaklarının uçlarını ısırırlar. (Ey Nebi! Onlara) De ki: Kininizle (kahrolup) ölün. Şüphesiz Allah, kalplerde olanı hakkıyla bilir. (Ey mü’minler! Onların size olan düşmanlıklarından birisi de) size bir iyilik dokunsa, bu onları üzer ve kederlendirir, başınıza bir belâ gelirse, buna da sevinirler."[13]

Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'in hanımı Âişe'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre o şöyle demiştir:

(( خَرَجَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قِبَلَ بَدْرٍ فَلَمَّا كَانَ بِحَرَّةِ الْوَبَرَةِ أَدْرَكَهُ رَجُلٌ قَدْ كَانَ يُذْكَرُ مِنْهُ جُرْأَةٌ وَنَجْدَةٌ فَفَرِحَ أَصْحَابُ رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حِينَ رَأَوْهُ فَلَمَّا أَدْرَكَهُ قَالَ لِرَسُولِ اللهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ جِئْتُ لَأَتَّبِعَكَ وَأُصِيبَ مَعَكَ، قَالَ لَهُ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: تُؤْمِنُ بِاللهِ وَرَسُولِهِ؟ قَالَ: لا، قَالَ: فَارْجِعْ، فَلَنْ أَسْتَعِينَ بِمُشْرِكٍ، قَالَتْ: ثُمَّ مَضَى حَتَّى إِذَا كُنَّا بِالشَّجَرَةِ أَدْرَكَهُ الرَّجُلُ، فَقَالَ لَهُ:كَمَا قَالَ أَوَّلَ مَرَّةٍ، فَقَالَ لَهُ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَمَا قَالَ أَوَّلَ مَرَّةٍ، قَالَ: فَارْجِعْ، فَلَنْ أَسْتَعِينَ بِمُشْرِكٍ، قَالَ: ثُمَّ رَجَعَ فَأَدْرَكَهُ بِالْبَيْدَاءِ، فَقَالَ لَهُ كَمَا قَالَ أَوَّلَ مَرَّةٍ، تُؤْمِنُ بِاللهِ وَرَسُولِهِ؟ قَالَ: نَعَمْ، فَقَالَ لَهُ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: فَانْطَلِقْ.)) [ رواه مسلم ]

"Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Bedr'e doğru yola çıktı. Harratu'l-Vebera denilen yere varınca, cesareti ve kahramanlığı ile ünlü bir adam arkadan gelip Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e yetişti.

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in ashâbı adamı görünce sevindiler.

Adam Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e:

-Emrine girmek ve seninle birlikte savaşıp ganimet elde etmek için geldim, dedi.

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ona;

-Allah'a ve elçisine îmân ediyor musun? diye sordu.

Adam:

- Hayır! dedi.

-Öyleyse geri dön! Çünkü ben bir müşrikten asla yardım istemem! buyurdu.

Âişe -Allah ondan râzı olsun- dedi:

-Adam gitti, ağacın yanına vardığımızda tekrar gelip yetişti. İlk teklifini tekrarladı.

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- de önceki söylediklerini tekrar etti:

-Öyleyse dön! Ben bir müşrikten asla yardım istemem! buyurdu.

Adam ayrıldı, sonra Beydâ denilen yerde bize tekrar yetişti. Üçüncü kez teklifini yeniledi.

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ona tekrar:

- Allah'a ve elçisine îmân ediyor musun? diye sordu.

Adam:

- Evet! dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

-O halde (haydi bizimle) yürü!"[14]

Bu âyet ve hadislerden oluşan naslardan, müslümanların durumlarına ve onların gizli sırlarına muttali olmalarına sebep olacakları ve müslümanlara zarar verebilecekleri işlerde kâfirlere görev vermenin haram olduğunu açıkça öğrenmiş oluyoruz.

12. Onunla müslümanlara başkanlık edecek, onları aşağılayacak, muvahhidlerı boyundurukları altına alacak ve ibadetlerini eda etmelerine engel olacak idârî makamlara kâfirleri getirmek.

Oysa Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

(( ... وَلَن يَجْعَلَ اللهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً )) [ سورة النساء من الآية: 141 ]

"...Allah, mü'minlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermeyecektir."[15]

İmam Ahmed -Allah ona rahmet etsin- Ebû Mûsâ el-Eş’arî’den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet ettiğine göre, Ebû Mûsâ el-Eş’arî şöyle demiştir:



(( قُلْتُ لِعُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ رَضِيَ اللَّه عنه: إِنَّ لِي كَاتِباً نَصْرَانِياً، قَالَ: مَا لَكَ؟ قَاتَلَكَ اللهُ! أَمَا سَمِعْتَ قَوْلَ اللَّهِ تَعَالَى {يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاء بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ} [المائدة:51] أَلَا اتَّخَذْتَ حَنِيفًا؟ قَالَ: قُلْتُ: يَا أَمِيرَ الْمُؤْمِنِينَ! لِي كِتَابَتُهُ، وَلَهُ دِيُنُهُ. قَالَ: لَا أُكَرِّمُهُمْ إِذْ أَهَانَهُمُ اللَّهُ، وَلا أُعِزُّهُمْ إِذْ أَذَلَّهُمُ اللَّهُ، وَلَا أُدْنِيهِمْ إِذْ أَقْصَاهُمُ اللَّهُ.)) [ رواه أحمد ]

"Ömer b. El-Hattab'a -Allah ondan râzı olsun-:

-Benim hıristiyan bir kâtibim var, dedim.

O da bana dedi ki:

-Yazıklar olsun sana. Allah senin cezanı versin. Allah Teâlâ’nın:

"Ey îmân edenler! (Mü’minlere karşı) Yahûdî ve Hıristiyanları, dostlar edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdır."[16] buyurduğunu işitmedin mi?

Hanîf (Tevhîd ehlinden) olan birini kâtip edinemez miydin?

Ben de ona:

-Ey mü’minlerin emîri! Yazı işlerinde çalışması (kâtipliği) benim içindir, dîni de kendisine aittir, dedim.

Bunun üzerine o:

-Allah onları alçaltmışken, ben onları şereflendirip onlara saygı gösteremem. Allah onları zelîl kılmışken, ben onları yüceltemem. Allah onları uzaklaştırmış iken, ben onları (kendime) yaklaştıramam."[17]

13. Kâfirleri, müslümanların evlerinde onların mahremlerine muttali olmalarını ve müslümanların çocuklarını küfür üzere eğitmelerini sağlamak da, kâfirleri sevmenin ve onlara dostluk beslemenin önemli şekillerinden birisidir.

Nitekim günümüzde bu durum vuku bulmuş ve kâfirler; işçi, şoför, hizmetçi ve evlerde mürebbiye olarak çalıştırılmak üzere müslüman ülkelere getirilmiş ve müslüman ailelerle aynı ortamda karma bir hayat yaşamaları sağlanmıştır.

14. Müslüman çocukları, kâfirlerin (Yahudi ve Hıristiyanların) okullarına, misyoner yetiştiren enstitülere, fakültelere ve kötü amaçla açılan üniversitelere kaydetmek ve müslüman çocukların, kâfir ailelerle birlikte ikâmet etmelerini sağlamak.

15. Giyim, kuşam, konuşma ve diğer hallerde kâfirlere benzemek. Çünkü bu durum, kendisine benzemeye çalışılan kimseyi sevmeyi gerektirir.

Oysa Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- bunu yasaklayarak şöyle buyurmuştur:

(( مَنْ تَشَبَّهَ بِقَوْمٍ فَهُوَ مِنْهُمْ.)) [ رواه أبو داود وأحمد ]

"Her kim, bir topluluğa benzerse (onların giyindiği gibi giyinirse, gittiği yolda giderse ve onların işlediği fiilleri işlerse), (günah ve sevap bakımından) o da onlardandır."[18]

Bu sebeple kâfirlerin gelenek ve göreneklerinden, ibadetlerinden, özellik ve ahlâkından olan konularda kâfirlere benzemek haramdır.

Örneğin sakalları tıraş etmek, bıyıkları uzatmak, gerek olmadığı halde onların diliyle konuşmak, onlar gibi giyinmek ve onlar gibi yemek ve içmek gibi...

16. Gerek ve zaruret olmadığı halde kâfirlerin ülkesinde ikâmet etmek.

Bunun içindir ki dînini emirlerini yaşayamayan mustaz'af müslümanın, hicret etmeye gücü yetiyorsa, kâfirlerin arasında ikâmet etmesi haramdır.

Nitekim Allah Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmuştur:

(( إِنَّ الَّذِينَ تَوَفَّاهُمُ الْمَلآئِكَةُ ظَالِمِي أَنْفُسِهِمْ قَالُواْ فِيمَ كُنتُمْ قَالُواْ كُنَّا مُسْتَضْعَفِينَ فِي الْأَرْضِ قَالْوَاْ أَلَمْ تَكُنْ أَرْضُ اللهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُواْ فِيهَا فَأُوْلَـئِكَ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَسَاءتْ مَصِيراً{97} إِلاَّ الْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاء وَالْوِلْدَانِ لاَ يَسْتَطِيعُونَ حِيلَةً وَلاَ يَهْتَدُونَ سَبِيلاً{98} فَأُوْلَـئِكَ عَسَى اللهُ أَن يَعْفُوَ عَنْهُمْ وَكَانَ اللهُ عَفُوّاً غَفُوراً{99})) [ سورة النساء الآيات: 97-99 ]

"(Kâfirlerin diyarında kalıp hicreti terk ederek) nefislerine zulmedenlere melekler, canlarını alırken (onları azarlayıp şöyle) derler: ‘(Dininiz konusunda) ne işle meşguldünüz? Onlar: ‘Biz, yeryüzünde (zulüm ve kahrı kendimizden savuşturmaktan) âciz kimselerdik, derler. Melekler (onlara): Allah’ın arzı, geniş değil miydi? (Dininiz konusunda emîn olabilmeniz için bulunduğunuz yerden başka bir yere) hicret etseydiniz ya! derler. İşte bunların barınağı, cehennemdir. Orası ne kötü bir dönüş yeridir. (Kendilerinden zulüm ve kahrı savuşturmaya) gücü yetmeyen erkek, kadın ve çocuklardan âciz kimseler ve (içerisinde bulundukları zor durumdan kurtulmaya) hiçbir yol bulamayanlar (bu kötü dönüş yerinden) müstesnadır. Umulur ki Allah, (hallerini bildiğinden dolayı) bunları affeder. Allah, çok affedici ve çok bağışlayıcıdır." [19]

Allah Teâlâ, hicret etmeye gücü yetmeyen kimseden başkasının kâfirlerin diyarında ikâmet etmesini mazur görmemiştir.

Aynı şekilde, insanları Allah'ın yoluna dâvet etmek ve İslâm'ı yaymak gibi dîni bir menfaat için kâfirlerin diyarında ikâmet eden kimse de bu konuda mazur görülmüştür.

Müslümanın, kâfirlerin ülkesine gitmek için şüpheleri savacak dînî bir ilme, şehvetlere karşı duracak bir îmâna sahip olması, dîninin emirlerini açıkça yerine getirmesi, müslümanlığıyla şeref duyması, şer ve fitne yerlerinden uzak durması, düşmanlarının hile ve desiselerine karşı dikkatli olması şarttır.

Aynı şekilde Allah'ın yoluna dâvet etmek ve İslâm'ı yaymak için kâfirlerin ülkesine yolculuk yapmak, kimi zaman câiz, kimi zaman da farz olur.

17. Kâfirleri methetmek, onları müdafaa etmek, uygarlık ve medeniyette onların yüceldiklerini belirtmek, bâtıl inançlarına ve bozuk dînlerine bakmaksızın, onların ahlâk ve becerilerini beğenmek:

Oysa Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

(( وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ إِلَى مَا مَتَّعْنَا بِهِ أَزْوَاجاً مِّنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيَاةِ الدُّنيَا لِنَفْتِنَهُمْ فِيهِ وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَأَبْقَى )) [ سورة طه الآية: 131 ]

"(Ey Nebi!) Onları sınamak için onlardan bir kısmını faydalandırıp eğlenmelerini sağladığımız dünya hayatının süsüne gözlerini dikme! Rabbinin rızık (ve sevabı, kendilerini faydalandırdığımız dünya hayatının süsünden) daha hayırlı ve daha devamlıdır." [20]

18. Kâfirlere tâzim göstermek, "ekselans" lakabı gibi, onları yücelten lakaplar kullanmak, onlara selâm vermek, oturumlarda ve yollarda onlara öncelik vermek.

Oysa Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- bunu yasaklayarak şöyle buyurmuştur:

(( لاَ تَبْدَءُوا الْيَهُودَ وَلاَ النَّصَارَى بِالسَّلاَمِ، فَإِذَا لَقِيتُمْ أَحَدَهُمْ فِي طَرِيقٍ فَاضْطَرُّوهُ إِلَى أَضْيَقِهِ.)) [ رواه مسلم ]

"Yahûdî ve hıristiyanlara ilk önce selâm veren siz olmayın. Onlardan birisiyle yolda karşılaştığınız zaman onu, yolun dar olan tarafına doğru sıkıştırın." [21]

19. Müslümanların tarihini bırakmak ve özellikle kâfirlerin dînî merâsimlerini ve bayramlarını gösteren milâdî takvim gibi tarihleri kullanmak. Çünkü milâdî takvim, İsâ -aleyhisselâm-’ın doğum yıldönümünü hatırlatan bir takvimdir. Bu takvimi, hıristiyanlar kendi yanlarından uydurmuşlardır. Yoksa İsâ -aleyhisselâm-’ın dîninde böyle bir şey yoktur. Bu sebeple milâdî tarihi kullanmak, onların sembol ve bayramını ihyâ etmeye iştirak etmek demektir

Sahâbe -Allah onlardan râzı olsun- bundan kaçınmak için bir tarih konulmasını istediklerinde, ikinci halîfe Ömer -Allah onlardan râzı olsun- kâfirlerin tarihlerini kullanmaktan vazgeçip Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in hicretini, tarihin başlangıcı olarak kullanmaya başladılar. Bu olay, kâfirlerin hususiyetlerinden olan bu ve buna benzer şeylerde onlara aykırı davranmanın farz olduğuna delâlet eder.

20. Kâfirlerin bayramlarına iştirak etmek veya bu bayramları düzenlemelerine yardım etmek veya bu münasebetle onları tebrik etmek veyahut da bu bayramların düzenlendiği yerlerde hazır bulunmak.

Allah Teâlâ’nın:

(( وَالَّذِينَ لَا يَشْهَدُونَ الزُّورَ وَإِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَاماً )) [ سورة الفرقان الآية:72 ]

"(Rahmân’ın kulları) Onlar ki, yalan yere şâhitlik etmezler. Boş ve kötü lakırdıya rastladıkları zaman, yüz çevirip vakarla geçerler."[22]

Sözü, tefsirciler tarafından:

"(Rahmân’ın kullarının hasletlerinden birisi de) kâfirlerin bayramlarında hazır bulunmazlar..."

Şeklinde tefsir edilmiştir.

21. Kâfirlerin çirkin isimleriyle isimlenmek (çocuklara onların isimlerini vermek). [23]

Oysa Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- ve Abduluzzâ (Uzza'nın kulu) ve Abdulkâbe (Kâbe'nin kulu) gibi şirkî isimleri değiştirmiştir.

22. Kâfirler için Allah’tan istiğfarda bulunmak ve onlara rahmet okumak:

Oysa Allah Teâlâ, kâfirler için istiğfarda bulunmayı ve onlara rahmet okumayı mü’minlere haram kılmıştır.

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

(( مَا كَانَ لِلنَّبِيِّ وَالَّذِينَ آمَنُواْ أَنْ يَسْتَغْفِرُواْ لِلْمُشْرِكِينَ وَلَوْ كَانُواْ أُوْلِي قُرْبَى مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُمْ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ )) [ سورة التوبة الآية: 113 ]

"(Şirk üzere ölüp) cehennem ehli oldukları onlara apaçık belli olduktan sonra akrabaları bile olsalar, müşrikler için (Allah’tan) af dilemek, ne Nebi'ye, ne de îmân edenlere yaraşır (uygun düşer)."[24]

İşte bu saydıklarımız, kâfirleri sevmenin ve onlara dostluk beslemenin haram olduğunu açıklayan bazı örneklerdir.

Allah Teâlâ'dan selim bir akîde ve güçlü bir îmân dileriz.

O, her şeyde kendisinden yardım istenen yegâne ilahtır.

KAYNAKLAR

[1] Nahl Sûresi: 106

[2] Bakara Sûresi: 256

[3] Nisâ Sûresi: 51

[4] Nisâ Sûresi: 60

[5] Mümtehine Sûresi: 22

[6] Hûd Sûresi: 113

[7] Tevbe Sûresi: 71

[8] Mâide Sûresi: 51

[9] Mâide Sûresi: 50

[10] Mâide Sûresi: 51

[11] Kalem Sûresi: 9

[12] Nisâ Sûresi:140

[13] Âl-i İmrân Sûresi:118-120

[14] Müslim, hadis no: 3388

[15] Nisâ Sûresi: 141

[16] Mâide Sûresi: 51

[17] İmam Ahmed rivâyet etmiştir.

[18] İmam Ahmed, hadis no: 2/50. Ebu Davud, hadis no: 4/314. İbn-i Teymiyye, "İktidâu's-Sıratı'l-Mustakîm", c: 1, s: 279'da hadisinin senedinin ceyyid/iyi olduğunu söylemiştir. Suyutî de "el-Câmiu's-Sağîr", hadis no: 5893'de hadisin hasen olduğunu belirtmiştir.

[19] Nisâ Sûresi: 97-99

[20] Hicr Sûresi: 88

[21] Müslim, hadis no: 4030

[22] Furkan Sûresi: 72

[23] Öyle ki bazı müslümanlar, yaşadıkları toplumlarında babaları, anaları, dedeleri ve ninelerinin isimleriyle bilinen isimleri bırakıp erkek ve kız evlâtlarına yabancı isimler vermektedirler. Lara, Melisa, Rosa, Suzan, Linda, Manolya ve Yara gibi isimler bunlardan bazılarıdır. (Çeviren)

[24] Tevbe Sûresi: 113


KAYNAK SITE -- TIKLA

26 Ocak 2017 Perşembe

sallallahu aleyhi ve sellem cümlesini, kısaca (s) veya (s.a.v) şeklinde yazmanın hükmü



SORU
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in adı anıldığı zaman "sallallahu aleyhi ve sellem" cümlesini tam olarak yazmak yerine (s) veya (s.a.v) şeklinde yazmak câiz midir?

MUELLIF ; MUHAMMED SALEH EL MUNECCID cevapliyor

CEVAB
Hamd, yalnızca Allah'adır.

Meşrû olan; "sallallahu aleyhi ve sellem" cümlesini tam olarak yazmaktır. Bu cümleyi, (s.a.v) veya (s) şeklinde kısaltılmış olarak yazmamak gerekir.

Değerli âlim Abdulaziz b. Baz -Allah ona rahmet etsin- bu konuda şöyle demiştir:

"Namazların teşehhüdünde (oturuşunda), hutbelerde, duâlarda, istiğfarda, ezandan sonra, mescide girerken, mescitten çıkarken, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in adı anıldığı zaman ve başka yerlerde Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'e salâtta bulunmak meşrû olduğuna göre, kitap veya mektup veyahut da makalede onun adını yazarken ona salâtta bulunarak başlamak daha kesin olur.

Meşrû olan; Allah Teâlâ'nın bize emrettiğini yerine getirmek ve bu cümleyi okuyan kimsenin üzerine geldiğinde onu hatırlaması için "sallallahu aleyhi ve sellem" cümlesinin tam olarak yazılmasıdır. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e salâtta bulunurken, bazı kimselerin ve yazarların kullandıkları (s) veya (s.a.v) veyahut da buna benzer sembolleri, "sallallahu aleyhi ve sellem" cümlesinin yerine yazmamak gerekir. Çünkü böyle kısa sembollerle yazmakla, Allah Teâlâ'nın aziz kitabındaki şu emrine aykırı hareket edilmiş olmaktadır:

((إِنَّ اللهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيماً )) [ سورة الأحزاب الآية: 56 ]

"Hiç şüphesiz ki Allah ve O'nun melekleri, Peygamber'e salavât getirirler. Ey îmân edenler! Siz de ona salavât getirin ve ona (İslâm'ın selâmı ile) selâm verin." (Ahzâb Sûresi: 56 )

Halbuki böyle kısaltarak yazmakla maksat gerçekleşmemekte ve tam olarak yazılan "sallallahu aleyhi ve sellem" cümlesinde var olan fazîlet yok olmaktadır.

(s) veya (s.a.v) şeklinde kısaca yazılan "sallallahu aleyhi ve sellem" cümlesini okuyan kimse, buna dikkat etmeyebilir veya bu harflerden neyin kastedildiğini anlamayabilir.Bilindiği gibi "sallallahu aleyhi ve sellem" cümlesini sembollerle yazmayı âlimler çirkin görmüşler ve bundan sakındırmışlardır.

Nitekim muhaddis İbn-i Salâh -Allah ona rahmet etsin-, 'İbn-i Salâh Mukaddimesi' adıyla bilinen hadis terminolojisi kitabının 25. türünde: "Hadisin yazılması, kitabın nasıl zabıt edilip kaydedileceği bölümü"nde şöyle demiştir:

"Dokuzuncusu: Adını andığı zaman Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e salât ve selâmda bulunmaya devam etmelidir.Adının tekrarlanması halinde bundan usanmamalıdır. Çünkü bu, hadis talep edenlerin ve hadis yazanların acele ettikleri en büyük faydalardan birisidir. Bunu yazmayı terkeden kimse, büyük bir nasipten (sevaptan) mahrum olur. Nitekim "sallallahu aleyhi ve sellem" cümlesini yazan kimselerin salih rüyâlar gördüklerine şâhit olduk. Çünkü yazmakta olduğu o cümle, rivâyet ettiği bir söz değildir, aksine sâbit kıldığı bir duâdır. Bunun içindir ki onu yazarken rivâyete bağlı kalmaz ve sadece metinde olanla yetinmez.Aynı şekilde Allah Teâlâ'nın adını anarken de durum böyledir.

Örneğin: Allah -azze ve celle- veya Allah Tebâreke ve Teâlâ gibi..."

İbn-i Salâh -Allah ona rahmet etsin- devamla şöyle demiştir:

"... Sonra "sallallahu aleyhi ve sellem" cümlesini yazarken iki şekilde noksan yazmaktan uzak durulmalıdır:

Birincisi: İki veya daha fazla harften oluşan sembolle yazmak sûretiyle bu cümleyi yoksan yazmaktan uzak durulmalıdır.

İkincisi: "ve sellem" kısmını yazmayıp sadece "sallallahu aleyhi" diye yazmak sûretiyle bu cümleyi anlam yönünden noksan yazmaktan uzak durulmalıdır.

Hamza el-Kinânî'den -Allah ona rahmet etsin- rivâyet olunduğuna göre, o şöyle derdi:

"Ben, hadis yazarken, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in adını zikrederken "sallallahu aleyhi" diye yazıyor, "ve sellem" kısmını ise yazmıyordum. Bunun üzerine ben, rüyamda Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'i gördüm. Bana şöyle dedi:

- Sana ne oluyor? Niçin bana tam salâtta bulunmuyorsun?

Hamza el-Kinânî dedi ki:

-Bu rüyadan sonra artık 'sallallahu aleyhi' cümlesini; 've sellem' cümlesi olmadan hiç yazmadım."

İbn-i Salâh -Allah ona rahmet etsin- devamla şöyle demiştir:

"Dedim ki: Sadece 'aleyhisselâm' diye yazmak da mekruhtur. Allah Teâlâ en iyisini bilir." (İbn-i Salâh'ın -Allah ona rahmet etsin- kelâmından kastedilen, kısaca böyledir).

Büyük âlim Sehâvî -Allah ona rahmet etsin-, 'Fethu'l-Muğîs Şerhu Elfiyyeti'l-Hadis Lil-Irâkî' adlı kitabında şöyle demiştir:

"Ey hadis yazan! Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e 'salât ve selâm' lafzını yazarken sadece iki harfle veya buna benzer sembolle yazmaktan uzak durmalısın! Böyle yazarsan şekil olarak noksan olur. Nitekim el-Kettânî, acemlerin evlâtları ve talebelerin çoğu böyle yapmaktadırlar.Zirâ onlar, 'sallallahu aleyhi ve sellem' şeklinde yazacakları yerde (s) veya (s.v) veyahut da (s.a.v) şeklinde kısaltarak yazmaktadırlar. Evlâ olanın aksine noksan yazıldığından dolayı ecri noksan olmaktadır."

Suyûtî -Allah ona rahmet etsin-, 'Tedrîbu'r-Râvî fî Şerhi Takrîbu'n-Nevâvî' adlı kitabında şöyle demiştir:

"Bu kitapta veya Şerhi Müslim ve diğer kitaplarda olduğu gibi, salâtın meşrû kılındığı her yerde sadece salât veya selâm yazmak, mekruhtur. Çünkü Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

((إِنَّ اللهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيماً )) [ سورة الأحزاب الآية: 56 ]

"Hiç şüphesiz ki Allah ve O'nun melekleri, Peygamber'e salavât getirirler. Ey îmân edenler! Siz de ona salavât getirin ve ona (İslâm'ın selâmı ile) selâm verin." (Ahzâb Sûresi: 56 )"

Suyûtî -Allah ona rahmet etsin- devamla şöyle demiştir:

"Salât ve selâmı, (s.a.v) şeklinde yazan kimse gibi, bir veya iki harfli sembolle yazmak mekruhtur. Aksine bu iki lafzı tam olarak (sallallahu aleyhi ve sellem şeklinde) yazmalıdır." (Suyûtî'nin -Allah ona rahmet etsin- kelâmından kastedilen, kısaca böyledir).

Özet olarak derim ki:

Bununla birlikte okuyan ve yazan her müslümana tavsiyem; fazla ecir ve sevabı olan en fazîletlisini arayıp bulmaları, bu fazîleti ortadan kaldıran veya noksanlaştıran şeylerden uzak durmalarıdır.

Allah Subhânehu ve Teâlâ'dan, râzı olduğu şeylerde bizi muvaffak kılmasını dileriz. Çünkü O, pek cömerttir, karşılıksız verendir.

Allah Teâlâ, Peygamberimiz Muhammed'e, âile halkına ve ashâbına salât ve selâm eylesin.

(Mecmû'u Fetâvâ İbn-i Baz; c: 2, s: 397-398)

KAFİR YÖNETİCİYE KARŞI ÇIKMAK





İmam Nevevi rahimehullah diyor ki: 'Kadı İyad der ki: 'Alimler kafir bir kişinin Müslümanlara imam olamayacağında icma etmişlerdir. Sonradan kafir olursa bu görevden indirilir…


Kafir olan yöneticiye karşı çıkmaktan kastedilen, onu görevinden azletmektir. Kafir olan yöneticiye karşı çıkmanın ve onu görevinden azletmenin vacipliği şu hadisi şerif ile sabittir;

Ubade b. Samit radıyallahu anh diyor ki:

“Rasûlullah bizi çağırdı, biz de kendisine biat ettik. Bizden söz aldığı şeyler arasında, sevinçte ve tasada, darlıkta ve bollukta kendisini dinleyip itaat etmemiz, kendisini şahsımıza tercih etmemiz ve işin ehline karşı çıkmamamız vardı. ‘Ancak açık bir küfür görmeniz ve buna dair elinizde Allah’tan bir delil bulunması müstesna’ dedi." (Muttefekun Aleyh)

Bu hadise dayanarak alimler, yönetici kafir olduğunda ona karşı çıkıp onu azletmenin vacip olduğu üzerinde icma etmişlerdir. (Dipnot: Bu icmayı İmam Nevevi, Kadı İyad, İbni Hacer ve başka alimler nakletmişlerdir.)

İmam Nevevi rahimehullah diyor ki: 'Kadı İyad der ki: 'Alimler kafir bir kişinin Müslümanlara imam olamayacağında icma etmişlerdir. Sonradan kafir olursa bu görevden indirilir…' ' (Sahihi Müslim Şerhi, Kitabu’l-İmara.)

Hafız İbni Hacer rahimehullah Fethu’l Bari’de özetle diyor ki: 'Devlet başkanı kafir olursa, icma ile azli gerekir ve her Müslümanın bunun için gayret sarf etmesi vacip olur.'

Kafir olan yöneticinin azledilmesinin sebebini şöyle açıklayabiliriz; Velayet, bir kişinin başkasının işlerini yürütmesi ve sahip çıkması manasına gelmektedir. Hilafet en büyük velayet makamıdır. Halife bütün Müslümanların velisidir. Velayet makamında olan halifenin Müslüman olması gerekir ki Müslümanlara yöneticilik yapabilsin. Nitekim Allah subhanehu ve teâlâ Müslümanların işlerinde kafirlere velayet hakkı tanımamıştır;

“Allah müminlere karşı kafirlere yol vermeyecektir.” (4/Nisa, 141)

Bu ayete göre kafir olan birinin müminlere yönetici olabilmesi düşünülemez. Çünkü kafir yönetici Müslümanların ahkamını gözetmeyecektir.

Lakin imam veya yönetici kafir olmadığı müddetçe ona karşı ayaklanmak caiz değildir. Zalim bir kimse olsa bile bu böyledir. Çünkü zulüm, göreceli bir kavramdır. Zulüm sebebiyle yöneticiye karşı ayaklanmak fitneye sebebiyet verip Müslümanların kanlarının dökülmesine yol açabilir. Rasûlullah da sallallahu aleyhi ve sellem velev yönetici zulmetse bile ona itaatten el çekmeyi yasaklamıştır:

“Sırtına vurup malını da alsa emirini işit ve ona itaat et.” (Müslim)

“Sizden biri emirinden hoşa gitmeyen bir şey görürse ona sabretsin.” (Müslim)

Bu gibi rivayetler emir Müslüman olduğu sürece velev zalim dahi olsa ona itaat etmemiz gerektiğini ortaya koymaktadır. Ancak daha salih bir kimse mevcut, zalim olanın azledilmesi herhangi bir fitneye de sebebiyet vermeyecekse, o zaman evla olan salih olan yöneticiyi veli olarak tayin etmektir.

Görüldüğü gibi buraya kadar anlattığımız hususlar İslam devletinin var olduğu yerler ile alakalı olan hususlardır. Bugün içerisinde yaşadığımız beşeri sistemlerin sultanları ise küfür ehli olmalarının yanı sıra tuğyan sahibi olan tağutlaşmış kimselerdir. Bunlar ve bunların sistemleri Allah’a karşı hadlerini aşıp, Allah subhanehu ve teâlâ ile ilahlık ve rablık konusunda yarışa girmişlerdir. Kendisi yaratılmış olan birinin tüm acziyetiyle, yaratıcısıyla bu konuda yarışa girişmesi ne kadar da tuhaftır? Rabbimizi tüm eksikliklerden tenzih ederiz.

Allah’ın hükümlerini iptal edip, onları geri kalmışlıkla itham eden bu tağuti yöneticilere karşı verilmesi gereken mücadele, onların reddedilmesi ile alakalı olup tamamen imani bir meseledir. Nitekim Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyurmaktadır;

“Kim tağutu inkâr eder, Allah’a iman ederse kopması olmayan sapasağlam kulpa tutunmuştur.” (2/Bakara, 256)

Bu ayetteki inkârın kalbi bir şekilde olmasının yanı sıra, amele de yansımasının gerektiğini yine Kur'an bize haber vermektedir. Öncelikle Allah subhanehu ve teâlâ Rasûlullah'a sallallahu aleyhi ve sellem İbrahim'in aleyhisselam yoluna/menhecine uymasını emrediyor:

"O hanif olan İbrahim’in dinine/yoluna uy.” (16/Nahl, 123)

Allah subhanehu ve teâlâ bu metottan yüz çevirenleri kınamıştır:

“İbrahim’in dininden/metodundan kendini bilmezden başka kim yüz çevirir.” (2/Bakara, 130)

Burada sorulması gereken soru şudur: 'İbrahim'in yolu neydi? İbrahim zamanının tağutlarıyla hangi menheci takip ederek mücadele etmişti?' Bu konuda gereken bilgiyi öğrenmek için çok uzaklara gitmeye gerek yoktur. Kitabımız, İbrahim'in aleyhisselam menhecini bize anlatmıştır;

“Sonunda İbrahim onları paramparça etti. Yalnız onların büyüğünü bıraktı; belki ona müracaat ederler diye.” (21/Enbiya, 58)

İbrahim aleyhisselam fırsat bulduğu anda putları kırarak zamanının tağutlarını bu şekilde el ile izale etmiştir. Tağutla mücadelede esas olan, imkân olduğu takdirde onlara karşı Allah’ın kelimesi en yüce olsun diye savaşmaktır. Çünkü şirk yeryüzündeki en büyük münkerdir. Tağutlar ise bu münkerin işlenebilmesi ve yaygınlaşabilmesi adına velayet görevini üstlenmektedir. Onların izalesi bu şirk sistemlerinin izale edilmesi manasına gelir.

'Savaşıp onları izale etme gibi bir imkânımız yok ne yapalım?' gibi bir söz mücadeleyi iskat edebilecek bir mazeret değildir. İmkân olmadığı takdirde, bu imkânın oluşabilmesi için hazırlık yapılması da tağutlarla mücadelede izlenmesi gereken menhecin bir parçasıdır;

“Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın.” (8/Enfal, 60)

Yani onlarla savaş imkânının olmaması, onların parlamentolarına girip onlarla ‘mücadele’ (!) edilmesini gerektirmez. Allah subhanehu ve teâlâ imkânsızlık halinde de yapılması gerekeni bizlere göstermiştir.

Allah'ın subhanehu ve teâlâ tağutlarla mücadelede bizlere vaaz etmiş olduğu menhec budur. Lakin bugün -her zaman ve dönemde olduğu gibi- tağutlara karşı sürdürülen bu mücadele, tağutların belamları tarafından iftiralara maruz kalmaktadır. Dilleri, kalemleri tağut tarafından üç kuruşa satın alınmış bu sözüm ona profesör ve ilahiyatçı takımı, şirk sistemlerinin izalesi için mücadele eden muvahhid Müslümanları ‘Harici’ diyerek yaftalamakta, tabiri caizse güneşi balçıkla sıvama gayreti içine girmektedir. Bilindiği gibi Hariciler büyük günahlar sebebiyle insanları tekfir edip, adil dahi olsa halifeye karşı savaşılabileceğini savunmaktadırlar. Lakin Haricilerin bu özelliklerini kendilerine referans alıp muvahhid Müslümanları bu şekilde nitelendirmeleri çok tuhaftır. Çünkü hariciler Ali radıyallahu anh gibi ilim ve faziletin kendisinde toplandığı, Allah’ın hükmü noktasında son derece titiz olan bir halifeye karşı çıkmışlardır. Lakin bugün muvahhid olan Müslümanların mücadele ettikleri sistemleri Ali'ye radıyallahu anh benzetmek çok çirkin bir benzetmedir.

Ayrıca "Hüküm yalnız Allah’ındır" (12/Yusuf, 40), diyerek mücadeleye girişenler sadece Hariciler değildir. Nitekim Şeyh Ömer Abdurrahman (Allah esaretten kurtarsın) kendisini Harici olarak isimlendiren mahkemenin savcısına diyor ki: 'Evet, hüküm ancak Allah’ındır. Bizden çok önce şerefli Peygamber Yakup oğlu Yusuf’ta aynı şeyi söylemişti. Mısır’da zindanların derinliklerinde bunu haykırmıştı da hapishanenin prangaları onu hakkı söylemekten alıkoymadı. Ondan önce de, sonra da Allah’ın Peygamberleri bunu haykırdılar. Hariciler bu ayete sarılıp bunu savundular diye bu ayeti Allah’ın Kitabı’ndan çıkarmak mı istiyorsun ey savcı? Siz bu gibi iftiralarla size muhalif olanları susturmak ve onlara söz hakkı vermemek istiyorsunuz. Bu sözü birinci asırda söyleyenler Harici, bu asırda söyleyenler ise mücahittir.'

Şeyh aslında yanıtı çok güzel vermiştir. Ancak bu kişilere şöyle de denilebilir:

'Asıl Harici olanlar sizlersiniz. Çünkü Haricilerin özelliklerinden biri de put ehlini, küfür ehlini terk edip İslam ehliyle mücadele etmeleridir. Sizler kapılarını aşındırdığınız tağutun küfrüne ve tuğyanına göz yumup, ona karşı mücadele eden tevhid ehline karşı sürdürdüğünüz bu harp ile aslında haricilerden olmuş oluyorsunuz. Allah’ın ayetlerini az bir bedel karşılığında değiştirdiniz. Size de kazandıklarınıza da veyl olsun.'

Rabbimiz, bize hakkı hak olarak gösterip, ona tabi olmakla; batılı da batıl olarak gösterip ondan uzaklaşmakla bizi rızıklandır. Allahumme Amin.

Dualarımızın sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.

16 Ocak 2017 Pazartesi

ERKEĞİN KARISI ÜZERİNDEKİ HAKLARI




Erkeğin Karısı Üzerindeki Hakları

(1) Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“...Erkeklerin kadınlar üzerinde bulunan hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır. Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları bir derece daha fazladır. Allah Aziz’dir, Hâkim’dir.”

Bakara 228


“Allah, insanları birbirinden üstün kıldığı sebeple ve (erkekler) mallarından (kadınların ihtiyaçlarına harcayıp) infak ettiklerinden dolayı erkekler kadınlar üzerinde idarecidirler...”

Nisa 34


(2) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Eğer bir insanın, başka bir insana secde etmesini emredecek olsaydım, Allah’ın kadınlar üzerinde erkekler için yarattığı haktan dolayı kadınların kocalarına secde etmelerini emrederdim!”

Ebu Davud 2140, İbni Mace 1852, Tirmizi 1168, Ahmed bin Hanbel Müsned, Darimi


(3) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“…Şüphesiz ki ben, eğer birine, Allah’tan başkasına secde etmeyi emredecek olsaydım, kadının kocasına secde etmesini emrederdim! Muhammed’in nefsi elinde olan Allah’a yemin ederim ki kadın, kocasının hakkını ödeyinceye kadar, Rabbinin hakkını ödeyemez! Eğer kadın deve üzerinde iken, kocası onunla cinsel ilişkiye girmek istese, kadın kocasına mani olamaz!”

İbni Mace 1852


(4) Ebu Said el-Hudri (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:

Bir adam kızını Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e getirerek şöyle dedi:

−Kuşkusuz ki benim bu kızım evlenmek istemiyor! dedi.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kıza hitaben şöyle buyurdu:

−“Babana itaat et!”

Kız da Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e şöyle dedi:

−Seni hak olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, bana kocanın karısı üzerindeki haklarının ne olduğunu bildirmediğin sürece evlenmem!

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

−“Kocanın karısı üzerindeki hakkı şudur, eğer kocasında kanayan bir yara olsa onu yalasa veya burnundan kan yahut irin aksa yine de kocasının hakkını yerine getirmiş sayılmaz!”

Kız şöyle dedi:

−Seni hak olarak gönderen Allah’a emin ederim ki, ebdiyyen evlenmeyeceğim!

Bunun üzerine Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

−“İzni olmadıkça onu evlendirmeyin!”

Bezzar 2/171 No: 1465, İbni Hibban 1289, İbni Ebi Şeybe 4/303, Mucemu’z-Zevaid 4/307, Tergib ve Terhib 4/217

(5) Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e bir kadın gelip şöyle dedi:

−Ben filan kimsenin kızı filanım diyerek kendisini tanıttı.

Rasulllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

−“Seni tanıdım isteğin nedir?”

Kadın şöyle dedi:

−İstediğim, amcamın oğlu filan abid hakkında görüşmek.

Rasulllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

−“Onu tanıyorum.”

Kadın şöyle dedi:

−O beni istiyor. Kocanın karısı üzerindeki haklarının ne olduğunu bana bildir. Eğer gücümün yeteceği bir şey ise, onunla evleneceğim.

Rasulllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

−“Kocanın haklarından biri şudur, eğer burnundan kan veya irin aksa da kadın onu dili ile yalasa yine de kocasının hakkını yerine getirmiş sayılmaz! Şayet insanın insana secde etmesi gerekseydi yanına girdiğinde kadının kocasına secde etmesini emrederdim! Çünkü Allah, erkeği kadından üstün kılmıştır.”

Bunun üzerine kadın şöyle dedi:

−Seni hak Nebi olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, dünya durdukça evlenmeyeceğim!
Bezzar, Hakim 2822, Tergib ve Terhib 4/218

(6) Enes bin Malik (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Ensardan bir ev halkının, üzerinde su çektikleri bir develeri vardı. Bu deve onlara zorluk çıkardı ve sırtına hiç kimseyi bindirmedi! Bunun üzerine Ensar Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e gelerek:

−Bizim üzerinde su çektiğimiz bir devemiz vardı. Bize zorluk çıkardı ve bizi sırtına bindirmedi. Hurmalar ve ekinler susuzluktan yandı dediler.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ashabına şöyle buyurdu:

−“Kalkın gidelim.”

Kalkıp gittiler ve Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bostana girdi. Deve bostanın bir kenarında duruyordu. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)deveye doğru yürüdü.

Ensar şöyle dedi:

−Ya Rasulallah! O köpek gibi oldu! Sana saldırmasından korkuyoruz!
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

−“Ondan bana bir zarar gelmez.”
Deve, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i görünce ona doğru yöneldi ve önünde secdeye kapandı. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), onun alnından tutarak ona boyun eğdirdi ve onu işe koştu. Bunun üzerine sahabeler şöyle dediler:

−Ya Rasulallah bu akılsız bir hayvan olduğu halde sana secde ediyor. Biz ise akıllıyız dolayısıyla sana secde etmeye daha layıkız.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

−“İnsanın insana secde etmesi doğru değildir! Eğer insanın insana secde etmesi doğru olsaydı, üzerindeki hakkının büyüklüğünden dolayı kadının kocasına secde etmesini emrederdim! Eğer koca tepeden tırnağa kada irin saçan bir yara ile kaplı olsa da kadın kocasına yönelerek onu yalasa yine de hakkını eda etmiş sayılmaz!”
Ahmed bin Hanbel Müsned, İbni Hibban, Nesei, Bezzar, Tergib ve Terhib 4/219


Erkek, Kadının Cenneti Yahut Ateşidir!

(7) Abdullah bin Mıhsan halasından şöyle rivayet etti:

…Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bana şöyle buyurdu:

−“Sen koca sahibi bir kimse misin?”
Ben:

−Evet, dedim.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

−“Ona nasıl davranmaktasın?”
Ben:

−Aciz olup yerine getiremediğim işler hariç, onun isteklerini yerine getirmekten imtina etmiyorum! dedim.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

−“Ondan nerede olduğuna iyi bak! Çünkü kocan senin cennetin yahut ateşindir!”
Nesei İşretü’n-Nisa 76, Hâkim 2/189, Ahmed bin Hanbel Müsned 4/341, Albani Adabu’z-Zifaf 285


(8) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Kadın beş vakit namazını kıldığı, Ramazan orucunu tuttuğu, fercini koruduğu (yani zina yapmadığı) ve kocasına itaat ettiği vakit ona:

−‘Cennetin hangi kapısından dilersen oradan gir!’ denir.”


Ahmed bin Hanbel Müsned 1661, İbni Hibban 4163, Albâni Sahihu’l-Cami 660


(9) Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Bir kadın, dünyada kocasına eziyet ederse, o erkeğin (cenette) hurilerden olan hanımı o kadına şöyle der:

−Allah senin canını alsın! Adamı üzme! O senin yanında şimdilik misafirdir. Yakında senden ayrılıp bize kavuşacak!”


Tirmizi 1183


Kadın Kocasından İzin Almadan Nafile Oruç Tutamaz!

(10) Ebu Said el-Hudri (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), kocalarının izni olmadan kadınların nafile oruç tutmalarını yasakladı!”

İbni Mace 1762, Ebu Davud 2459, İbni Hibban Mevarid 956, Ahmed bin Hanbel Müsned 11759, Albânî İrvau’l-Ğalil Fi Tahrici Ehadisi Menari’s-Sebil 7/64, 65

(11) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Kocası yanında hazır olan bir kadın, Ramazan harici bir orucu onun izni olmadan tutmasın! Kocası yanında iken onun izni olmaksızın başka birinin kocasının evine girmesine izin vermesin!”

Ebu Davud 2458, Buhari 5278, Müslim 1026/84, Tirmizi 782, Begavi 1694, 1695, Albânî İrvau’l-Ğalil Fi Tahrici Ehadisi Menari’s-Sebil 2004


Kadının Kocasının Yatağını Terk Etmesi Haramdır!

(12) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Adam, hanımını (cinsel ilişkiye girmek için) yatağına çağırdığı vakit, hanımı tandırın üzerinde bile olsa, hemen kocasına gelsin!”

Tirmizi 1169

(13) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Kişi hanımını (cinsel ilişkiye girmek için) yatağa çağırınca hanımı deve üzerinde bile olsa inip, kocasının bu (cinsel ilişki) isteğine cevap versin!”
Bezzar 2/181, İbni Mace 1853, Albânî Sahihu’l-Cami 547


(14) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Bir kimse, karısını (cinsel ilişkiye girmek için) yatağına davet eder, kadın da kocasına icabet etmekten imtina eder ve bu sebeple adam karısına kızgın olarak gecelerse, melekler o kadına sabah oluncaya kadar lanet ederler!’”
Buhari 3046, Müslim 1436/122, Ebu Davud 2141, Nesei İşretü’n-Nisa 84, Ahmed bin Hanbel Müsned 7476, Albânî İrvau’l-Ğalil Fi Tahrici Ehadisi Menari’s-Sebil 2002


(15) Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Kadın kocasının yatağını terk ederek gecelediği vakit, o kadın kocasının yatağına dönünceye kadar melekler ona lanet ederler!”

Buhari 5279, Müslim 1436/120


(16) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, bir erkek karısını yatağına çağırır da kadın gelmezse, kocası ondan razı oluncaya kadar, semada olan Allah o kadına gazab eder!”
Müslim 1436/121


Kadın, Kocasına Başka Bir KadınıAnlatmaz!

(17) Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Bir kadın başka bir kadına çıplak bedenini sürtmesin! Bir kadın başka bir kadını, kocası ona bakıp görürcesine vasıflarını anlatıp söylemesin!”
Buhari 5315, Ebu Davud 2150, Tirmizi 2792, Taberani Mucemu’l-Kebir 10419, İbni Hibban 4160, Begavi 2249
Erkeğin Karısını Kıskanması Meşrudur!

(18) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Şüphesiz ki Allah kıskanır ve mü’min de kıskanır! Allah’ın kıskanması; kendisine haram kıldığı bir şeyi mü’min bir kimsenin onu yapmasıdır!”

Tirmizi 1177, İbni Hibban 293, Tayalisi 2357, Ahmed bin Hanbel Müsned 2/343


(19) Mugire bin Şube şöyle dedi:

Sa’d bin Ubade (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

−Eğer karımın yanında yabancı bir erkek görürsem, onu kılıcımın geniş yüzüyle değil keskin tarafıyla vurur öldürürüm!


Onun bu sözü Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e ulaştığında, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

−“Sizler Sa’d’ın kıskançlığına taaccup mu ediyorsunuz? Allah’a yemin ederim ki, ben Sa’d’dan daha kıskancım! Allah’da benden daha kıskançtır! Allah’ın bu kıskançlığı sebebiyle açık ve kapalı bütün fuhşuyatı yasakladı!”

İbni Ebi Şeybe 3/467/2, Buhari 6701, Müslim 1499/17, Darimi 2/149, Ahmed bin Hanbel Müsned 4/248
Kadının Yanına Muhannes Giremez!
Muhannes: Konuşması, yürüyüşü ve bütün hareketleriyle kadına benzeyen yahut benzetmeye çalışan erkeğe denir.

(20) Ümmü Seleme (Radiyallahu Anha) şöyle dedi:

Evde hareketlerini kadına benzeten bir muhannes bulunduğu bir sırada Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Ümmü Seleme (Radiyallahu Anha)’nın yanında idi. O sırada muhannes, Ümmü Seleme(Radiyallahu Anha)’nın kardeşi Abdullah bin Ebu Ümeyye (Radiyallahu Anh)’a:

−Allah yarın size Tâif’in fethini nasip ederse, ben senin için Gaylan’ın kızına delillik ederim. O kız dört köşe ile karşılar ve sekiz köşe ile arka döner dedi.

Bunun üzerine Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

−“Bu bir daha sizin yanınıza girmesin!”

Buhari 5311, Müslim 2180/32, Ebu Davud 4929, 4107, İbni Mace 1902, Albânî İrvau’l-Ğalil Fi Tahrici Ehadisi Menari’s-Sebil 1979


Erkeklerin Fitnesi Kadınlar Sebebiyledir!
(21) Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Benden sonra erkeklere kadınlardan daha zararlı hiçbir fitne sebebi bırakmadım!”

Buhari 5188, Müslim 2740/97, Nesei İşretü’n-Nisa 271, Tirmizi 2780, Darimi 2/147, 148, İbni Mace 3998, İbni Hibban 5967, Humeydi 546, Taberani Mucemu’l-Kebir 416, Begavi 2242, Ahmed bin Hanbel Müsned 5/200

(22) Cabir (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), bir kadın gördü ve akabinde hanımı Zeyneb’e geldi. Zeyneb (Radiyallahu Anha) o sırada çamaşır yıkıyordu. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)hacetini yerine getirdi. (Yani cinsel ilişkiye girdi.) Sonra sahabelerin yanına çıkıp şöyle buyurdu:

“Şüphesiz ki kadın, şeytan suretinde gelir ve şeytan suretinde arkasını dönüp gider! Sizden biri bir kadın görüdüğü zaman hemen eşine gelsin ve onunla cinsel ilişkiye girsin! Çünkü onda olanın aynısı onda da vardır. Böyle yapması, onun nefsinde olan şeyi (yani kötü düşünceleri) giderir!”
Müslim 1403/9, 10 Tirmizi 1167